Bu Sayımıza Katkılarından Dolayı Teşekkürler
Soyadı Sırasıyla
Dr. Berna Aslan ÇETİN
Dr. Halime Çalı ÖZTÜRK
Dr. Nadiye KÖROĞLU
Dr. Engin TÜRKGELDİ
Dr. Harika Yumru ÇELİKSOY
DR. NAİLE İNCİ DAVAS
Söyleşi: Dr. Engin Türkgeldi
Öncelikle bize kendinizi tanıtır mısınız?
Sevgili
Engin,
göbek
kordonunu
kesen
meslektaşına
röportaj
yapıyorsun,
çok
mutlu
oldum.
Ben
Naile
İnci
Davas,
1946
İstanbul
doğumluyum.
Doğum
yerim
Zeynep
Kamil
Hastanesi.
İlkokulu
ve
ortaokulu
İzmir
Ödemiş'te
okudum.
Kadıköy
Kız
Lisesi
mezunuyum.
Ardından,
İstanbul
Tıp
Fakültesi’nden
1970’de
mezun
oldum.
İki
yıl
ihtisas
imtihanı
açılmadı.
Açıldığında
sınava
girdim.
İhtisasıma
İstanbul’da
bir
hastanede
başladım.
Günde
bir
doğum
oluyor,
tek
tük
ameliyat
oluyor.
Anladım
ki
oradan
ben
iyi
bir
kadın
doğum
uzmanı
olarak
mezun
olamayacağım.
En
iyi
kadın
doğum
nerede
yetişir?
Ankara
Zekai
Tahir
Burak.
Ankara'ya
da
o
tarihe
kadar
hiç
gitmemişim.
Naklimi
oraya
yaptırıp
ihtisasımı
orada
tamamladım.
Öyle
bir
hastane
ki
8
saatte
5-6
tane
sezaryen
oluyor,
günde
120
doğum
oluyor.
O
şekilde
yoğun
bir
pratik
eğitim.
Bunun
yanında
hocamız
merhum
Dr.Ziya
Durmuşoğlu
okumaya,
bilimselliğe
alıştırdı.
Yayın
yapmadan
duramaz
hale
geldik.
Uzmanlık
eğitimim
bittikten
sonra
eş
durumundan
Kayseri
SSK
Hastanesi’ne
tayin
oldum.
Orada
iki
büyüğümle
uyum
içinde
çalıştık.
Bir
süre
sonra
istifa
ettim,
muayenehaneye
devam
ettim,
bi̇r
özel
hastane
açtık.
Sonra
çocuklarımın
eğitimi
için
İstanbul'a
döndüm.
Fakat
aklım
fikrim
eğitimde.
Taksim
Eğitim
ve
Araştırma
Hastanesi’ne
başasistan
oldum.
Tek
başasistan
olarak
iki
yıla
yakın
çalıştım.
Akabinde,
şef
yardımcılığı
sınavına
girdim
ve
Şişli
Etfal
Eğitim
ve
Araştırma
Hastanesi’nde
şef
yardımcısı
olarak
göreve
başladım.
Altı
ay
sonra
da
şeflik
sınavına
girdim.
Süleymaniye
Kadın
Hastalıkları
ve
Doğum
Hastanesi’nde
bir
sene
klinik
şeflik
yaptıktan
sonra
Şişli
Etfal
Hastanesi'ne geri döndüm.
Şişli
Etfal
Hastanesi
benim
için
çok
çok
çok
önemli
bir
hastanedir.
Geçmişi
çok
eski,
tam
teşekküllü
bir
hastane,
bütün
branşlar
var,
konsültasyon
sıkıntınız
yok.
Eğitim
gayet
iyi.
Her
çarşamba
günü
bilimsel
toplantılar
yapılıyor,
vakalar
tartışılıyor.
Hastanenin
eğitim
planı
koordinasyon
kurulu
var
ve
o
kurulda
bilimsel
pek
çok
bilimsel
konuya
karar
veriliyor.
Gençlerle
diyalogum
iyi
olduğu
için
herhald
gençler
beni
her
dönem
seçtiler
beni
Eğitim
Planı
Koordinasyon
Kurulu’na.
Ben
yıllarca
orada
gençlerin
istikballeri
ile
ilgili
kararlara
imza attım, bundan dolayı da çok mutluyum.
Ben
42
yıl
kamuda
çalıştım.
Son
yıllarımda
full-time
yasası
çıktı.
Muayenehanemi
kapattım,
kısa
süre
sonra
2011’de de emekli oldum.
Hekimliği ve kadın doğum ihtisasını niçin tercih ettiniz?
Benim
babam
annesinin
son
çocuğu.
Babaannem
doktor
olması
için
son
derece
büyük
bir
baskı
yapmış,
babam
tıp
fakültesine
girmiş.
Babam
çok
çalışkandı,
bir
öğrenci
Profesör
Frang’ının
öğrencisi
alıyor
fakat
eğitiminin
son
senesinde
annesinin
vefatı
üzerine
tıp
fakültesine
nokta
koymuş.
Bu
benim
içimde
kaldı.
Babamın
kütüphanesindeki
tıp
kitaplarına
baktım,
bunları
lise
çağında
okuya
okuya
tıp
zaten
beynime
kazınmıştı.
Babam
bana
üniversite
çağına
geldiğimde
dedi
ki,
‘’Tıp
dışında
bir
meslek
edin.’’.
Biz
1964'te
merkezi
sistemle
ilk
defa
imtihana
girdik.
İyi
de
bir
puan
almıştım.
ODTÜ
fizik
mühendisliğine
girmiştim
fakat
Ankara’da
hiç
yakınımız
yok.
Babam
beni
aradı,
İstanbul’dan
bir
fakülte
beğen
dedi.
Fakat
bütün
kontenjanlar
dolmuş
nereye
beğeneyim?
Yüksek
matematiğe
naklimi
aldım
orada
kontenjan
vardı
orada
bir
ay
okudum.
Matematik
tamam,
fen
derslerim
iyi.
Dedim
ben
gece
uykuda
bitiririm
burayı.
Fakat
aklım
tıpta,
ben
her
gün
tıp
fakültesinde
gidiyorum.
Orada
da
kontenjan
dolmuş.
Bir
gün
3
tane
kontenjan
açıldığını.
Postaneye
gittim,
babama
telefon
yazdırdım.
Babama
dedim
ki
‘’Babacığım,
sizden
bir
izin
rica
ediyorum.
Kaydımı
tıp
fakültesine
alabilir
miyim?’’
Çok
uyumluydu,
çok
iyiydi
ama
hayır
dedi
mi
bir
şeye
o
katiyen
evete
dönemezdi.
Durdu
biraz.
Sonra
‘’Sen
bilirsin’’
dedi
bana.
Ben
de
‘’Teşekkür
ederim
babacığım.
Ellerinizden
öperim,’’
dedim,
telefonu
kapattım,
hemen
bir
saat
içinde
kaydımı
tıp
Fakültesi
aldım.
Ailemde
kadın
doğum
doktoru
çok,
belki
onlara
özendim.
Uzun
yıllar
boyunca
klinik
şefliği
yaptınız.
İstanbul’un
önemli
hastanelerin
birinde
yıllarca
eğitim
vermiş, asistan yetiştirmiş bir hoca olarak, bir klinik şefi olarak nelere özen gösterdiniz?
Kadın
doğum
ihtisası
sırasında
gördüğüm
yanlışlardan
biri
asistana
ameliyat
yaptırılmamasıydı.
Ben
bu
hususu
baştan
tespit
ettiğim
için,
asistanı
gelir
gelmez,
henüz
bir
aylıkken
mutlaka
ameliyata
sokarım,
izletirim,
enstrümentasyon
yaptırır
ve
ondan
sonra
da
çok
çabuk
karşıma
alır,
bistüriyi
eline
verir
vaka
yaptırırım.
Bir
çok
asistanın
benim
kliniğimi
tercih
etmelerinin
ameliyat
yaptırmam,
ben
öyle
görüyorum.
Herkes
açıp
kitabını
okuyabilir,
bilimsel
yayına
hevesi
olan
yayınını
yapabilir
ama
her
yerde
ameliyatı
yaptırmadığı
için,
bazı
kliniklerde
vakalar
çok
seçerek
yaptırıldığı
için,
asistan
ameliyat
nerede
çok
yaptırılıyorsa
asistan
oraya
ister.
Ben
bu
prensibi
uyguladım.
Ameliyat
sırasında
olan
orada
kalır,
çıkınca
eksik
hata
varsa
kendi
aramızda
konuşur, anlarız. Dışarıda paylaşmayız.
Asistan
eğitiminde
mutlaka
seminerleri,
bilimsel
yayınları
ihmal
etmemek
lazım.
Asistan
nereden
öğrenecek
yayın
yapmayı
nereden
ve
seçeceğini
kendisi
nasıl
bilecek,
ona
sizin
yol
göstermeniz
lazım.
Mezun
olan
asistanlarımın
sekizle
onbeş
arası
yayını
olur.
Bu
alışkanlığı
edinmiş
olanlar,
daha
sonra
da
bu
devam
ettirerek
akademik kariyerlerini tamamlıyorlar. Boş geçmemesi lazım bu yılların.
Gelelim
klinik
şefliğine.
Klinik
şefliğinde
size
örnek
olan
kişileri
taklit
ediyorsunuz.
Onlardan
gördüğüm
öğrendiğim iyi şeyleri alıyorsunuz. Ben de onların iyi özelliklerinin izinden gitmeye gayret ettim.
Beni
en
çok
mutlu
eden
asistan
eğitimiydi.
Değişik
ailelerden
değişik
aile
yapısıyla
gelen
meslektaşlarım
pırıl
pırıldı.
Hepsinin
güzel
alışkanlıkları
da
vardı
olumsuz
alışkanlıkları
da
vardı.
Hepsine
sevgim
aynı.
Mesela
cerrahi
yeteneği
olan
hiç
ders
çalışmayan,
hastaya
önem
vermeyen
bir
asistana
verdiğiniz
uğraş
farklı,
dönem
birincisi
biri.
Hocanın
yaptığına
dikkat
eden,
aynısını
yapan
asistan
var.
Bir
de
bunlara
önem
vermeyen
asistanlar
da
var.
Bunlarla
ince
ince
uğraşmak
gerekiyor.
Bu
dönemde
sizi
asistanlar
güzel
gözlerle
izlemiyorlar,
uyarılarınızdan
mutlu
olmuyorlar
fakat
uzman
olduktan
sonra
sizi
anlıyorlar
ve
size
teşekkür
ediyorlar, seviyor ve sayıyorlar.
Kariyerinize dönüp bakınca sizi en çok mutlu eden, gururlandıran şey nedir?
Beni
en
çok
mutlu
eden,
gururlandıran
şey
yetiştirdiğim
asistanlar.
Bilimsel
yatkınlığı,
alakası
olanlar
bu
yolda
ilerlediler.
Pek
çok
asistanım
doçent
oldu,
yaşım
nedeniyle
profesör
olanlar
da
oldu.
Yale
Üniversitesi’nde,
Tahran
Üniversitesi’nde,
İstanbul’daki
üniversitelerde
anabilim
dalı
başkanı
oldular.
Bilimsel
alanda
çalışmayı
tercih
etmeyen
asistanlarım
da
son
derece
başarılıydılar.
Benim
meslekteki
en
büyük
gururum
asistanlarımdır.
Her birinin sevgisi bir evlada yakındır. Hepsi ile gurur duyuyorum. Hepsine hakkım helal olsun.
Emeklilik yaşamınız nasıl geçiyor?
Emeklilik
yaşamım
çok
güzel
geçiyor.
Eski
alışkanlıklarınızı
bırakamıyorsunuz,
örneğin
okumak
gibi.
Tabii
yayın
yapmıyorum,
gençlere
de
yer
açmak
lazım.
Onlar
yapıyorlar,
onlara
destek
oluyorum.
Getirenlerin
yayınlarına
destek
olmaya
çalışıyorum,
kontrol
ediyorum.
Bu
arada,
analarına
bakmadım
ama
torunlarıma
bakmaya çalışıyorum.
Genç meslektaşlarınıza önerileriniz nelerdir?
Önerim,
önemli
olan
önce
sizsiniz.
Sizin
sağlığınız,
huzurunuz,
mutluluğunuz
Ondan
sonra
işiniz.
İş
çok
önemli
çünkü
işinize
gereken
önemi
göstermezseniz
hayat
hiç
bence.
Ondan
sonra,
belki
bazıları
kızacaklar
ama
eşiniz.
Eşi
doğru
seçmek
lazım,
eşe
önem
vermek
lazım.
Sonra
da
diğerleri.
Anne,
baba,
çocuk
da
diğerlerine
giriyor.
Bir
kadın
doğumcuyu,
asla
bir
doktor
anlamaz,
ancak
bir
kadın
doğumcu
anlayabilir.
Bunu
da
söylemek
isterim.
Sizin eklemek istediğiniz bir şey var mı?
Hekimlerin
son
yıllardaki
durumları
beni
fevkalâde
rahatsız
ediyor
ve
üzüyor.
Çalışırken
hiç
görmediğim
hekime
şiddet
olaylarını
görüyorum
okuyorum
ve
son
derece
üzülerek
izliyorum.
Maalesef
birbirimizden
başka
hiçbir
desteğimiz
yok.
Kaderiniz
bilirkişilerin
eline,
insafına
kalıyor.
Bu
son
derece
yanlış
bir
sistem.
Bizi,
hukuk
ve
tıp
eğitimi
almış
biri
yargılayabilmeli
veya
alternatif
bir
yol
bulunmalı.
Her
yaptığımız
doğru
demiyorum
hatalarımızla
olabilir
bu
hataları
tarafsız
incelemek
lazım.
Doktorluk
ne
demek,
hekimlik
demek.
Hekimlik
ne
demek
bilge
kişi
demek.
O
yüzden
hekime
saygıyı
nasıl
geliştiririz,
nasıl
sağlayacağız,
eski
saygınlığımızı
nasıl sağlayacağız bunu hep birlikte düşünmemiz lazım.
Benim
genç
meslektaşlarıma
söylemek
istediğim
bir
şey
var.
Özellikle
asistan
arkadaşlarıma.
Hasta
dosyanızda
hiçbir
şeyi
eksik
bırakmayın,
hepsini
not
edin,
yazın,
çünkü
olumsuz
bir
durum
olduğunda
savcı
geliyor ve hiçbir şey demeden dosyanızı alıp gidiyor ve sizi ona göre yargılanıyor.
Kendinizi
önce
kendiniz
yargılayıp,
bu
hastada
ben
nerede
hata
yaptım,
ne
yapmalıydım
diye
düşünüp
önce
kendi kendinizi yargılayarak doğruyu bulacaksınız. Bunu ben ömür boyu yaptım.
Ben
meslektaşlarıma
çok
güveniyorum.
Doktor
olmak
çok
güzel,
bir
ayrıcalık.
Umarım
bize
sahip
çıkacak
yöneticiler,
devlet
büyükleri
çıkar.
Bizim
tüm
niyetimiz
iyileştirmek:
hastayı
iyileştirmek,
yaşamı
iyileştirmek,
ortamı iyileştirmek. Hepinize sevgilerimi saygılarımı sunuyorum.
Bu güzel söyleşi için biz teşekkür ederiz.
AMAÇ:
Eklampsinin önlenmesi için postpartum magnezyum sülfatın optimal süresini belirlemek.
VERİ
KAYNAKLARI:
MEDLINE,
EMBASE,
CINAHL,
Cochrane
ve
Clinical
Trials.gov
veritabanları
Ocak
2020’ye
kadar
taranmış
ve
tarama
İngilizce
randomize
kontrollü
çalışmalarla
sınırlanmıştır.
Arama
stratejisi
için
anahtar kelimeler şunları içermiştir: “eklampsi”, “magnezyum sülfat” ve "postpartum".
ÇALIŞMA
SEÇİM
YÖNTEMLERİ:
Başlık,
özet
ve
tam
metin
incelemesi,
Covidence
veri
yönetimi
yazılımı
kullanılarak
yapılmıştır.
Taranan
3.629
makaleden
10
çalışma
son
incelemeye
dahil
edilmiştir.
Preeklampsi
veya
eklampsili
kadınlarda
postpartum
magnezyum
sülfatın
iki
farklı
zamanını
karşılaştıran
çalışmalar
dahil
edilmiştir.
TABULASYON,
ENTEGRASYON
VE
SONUÇLAR:
İki
yazar,
çalışmaları
bağımsız
olarak
gözden
geçirmiştir.
Kategorik
sonuçlar
için
risk
farkını
ve
sürekli
sonuçlar
için
ortalama
farkı
hesaplamak
için
RevMan
yazılımı
kullanılmıştır.
Postpartum
24
saatlik
rejimlerle
kıyaslandığında
daha
kısa
magnezyum
sülfat
süresi
(12
saat
veya
daha
az),
eklampsi
risk
artışı
ile
ilişkili
bulunmamıştır
(RD
20.01,
%95
CI
20.02
ila
0.01,
I2
%70).
Ne
preeklampsili
kadınları
ne
de
eklampsili
kadınları
randomize
eden
çalışmalarda,
daha
kısa
rejimlerle
eklampsi
riskinde
artış
gösterilmemiştir.
Kızarma,
Foley
kateter
süresi,
mobilizasyona
kadar
geçen
süre
ve
hastanede
kalış süresi gibi ikincil sonuçların tümü, daha kısa süreli magnezyum sülfat ile azalmıştır.
SONUÇ:
Bu
sistematik
derleme
ve
metaanaliz,
postpartum
daha
kısa
magnezyum
sülfat
süresinin
eklamptik
nöbet riskini arttırmadığını göstermektedir, ancak veriler kesin sonuçlara varmak için yetersizdir.
Dünya
çapında
preeklampsi,
tüm
gebeliklerin
%2-8'ini
etkiler
ve
önemli
maternal
ve
neonatal
komplikasyonlarla
ilişkilendirilebilir.
Yeni
başlayan
nöbetlerin
ortaya
çıkması
ile
tanımlanan
eklampsi,
magnezyum
sülfat
yokluğunda
şiddetli
özellikleri
olan
preeklampsili
kadınların
%2-3'ünde
ve
şiddetli
özellikleri
olmayan
preeklampsili
kadınların
%0-0,6'sında
görülür.
Magnezyum
sülfat
uygulaması
hem
eklampsi
hem
de
genel
mortalitede
azalma
ile
ilişkilidir.
MAGPIE
çalışması
(MAGnesium
sülfat
for
Prevention
of
Eclampsia),
kadınları
randomize
olarak
magnezyum
sülfat
bolusu
ve
ardından
24
saat
idame
tedavisine
ayırmıştır.
MAGPIE
çalışmasında
magnezyum
sülfata
toplam
maruz
kalma
süresi
24
saatti.
Bu
bulgular
göz
önüne
alındığında, magnezyum sülfat eklampsinin önlenmesi için birinci basamak tedavi olarak kabul edilir.
Optimal
süre
konusunda
fikir
birliği
olmamasına
rağmen,
preeklampsi
veya
eklampsili
hastaların
doğum
sırasında
intravenöz
olarak
magnezyum
sülfat
alması
ve
doğum
sonrası
24
saat
boyunca
infüzyona
devam
etmesi
yaygın
bir
uygulamadır.
Magnezyum
sülfat
infüzyonu
yoğundur,
maternal
yan
etkilerle
ilişkilidir
ve
iyileşmeyi
geciktirebilir.
Birkaç
küçük,
yetersiz
çalışma,
eklampsinin
önlenmesi
veya
eklampsinin
tedavisi
için
daha
kısa
postpartum
magnezyum
sülfat
süresinin
daha
kötü
sonuçlarla
ilişkili
olup
olmadığını
belirlemeye
çalışmıştır.
Bu
sistematik
derleme
ve
metaanalizin
amacı,
standart
24
saatlik
rejime
kıyasla
24
saatten
daha
kısa
süreli
postpartum
magnezyum
sülfat
uygulamasının
artan
eklampsi
oranları
ile
ilişkili
olup
olmadığını
değerlendirmektir.
Eklampsİnİn Önlenmesİ İçİn Postpartum Magnezyum SÜlfat Süresİ:
Sİstematİk Derleme ve Metaanalİz
Duration of Postpartum Magnesium Sulphate for the Prevention of Eclampsia: A Systematic Review and Meta-
analysis Obstet Gynecol. 2022 Mar 10. PMID: 35271534. DOI: .1097/AOG.0000000000004720
KAYNAKLAR
Bu
inceleme,
PRISMA
yönergelerini
izledi.
Eğitimli
bir
kütüphanecinin
yardımıyla,
eklampsi
("preeklampsi",
"gebelik
toksemisi",
"nöbetler"),
magnezyum
sülfat
("magnezyum",
"MgSO4",
"antikonvülsanlar",
"antiepileptik
ilaçlar",
"nöbet
kontrolü",
"nöbet
önleyici
ilaçlar")
ve
postpartum
("postnatal
bakım",
"
gebelik
komplikasyonları”,
“gebelik”,
“postpartum”,
“obstetrik”,
“doğumdan
sonra”,
“sezaryen
sonrası”)
ile
ilgili
anahtar
kelimelerin
bir
kombinasyonunu
kullanarak
MEDLINE,
EMBASE,
CINAHL,
Cochrane
ve
ClinicalTrials.gov'da
Ocak
2020'ye
kadar
arama
yaptık.
Aramamızı
İngilizce
dili
ve
insan
konuları
ile
sınırladık.
Derleme
makalelerinden
ve
sistematik
derlemelerden
elde
edilen
referanslar,
ek
makaleler
elde
etmek
için
arandı.
İnceleme
PROSPPERO'da
kaydedildi.
ÇALIŞMA SEÇİMİ
Dahil
edilen
çalışmalar,
postpartum
24
saat
boyunca
magnezyum
sülfatın
postpartum
diğer
herhangi
bir
süre
ile
karşılaştırılmasını bildiren ve bir eklampsi oranı bildiren randomize kontrollü çalışmalardır.
Literatür
taramasından
elde
edilen
her
bir
RCT,
iki
hakem
tarafından
iki
aşamada
taranmış,
ardından
seçilen
makalelerin
tam
metin
incelemesi
takip
edilmiştir.
Uyuşmazlık
tartışılarak
çözülmüştür;
eğer
bir
karara
varılmazsa,
üçüncü
bir
gözden
geçiren
dahil
edilmiştir.
Makale
taramasını
organize
etmek
için
Covidence
veri
yönetim
sistemi
kullanılmıştır.
Birincil
sonuç,
eklampsi
oranıdır.
Eklampsi,
altta
yatan
başka
bir
nörolojik
bozukluğa
değil,
preeklampsiye
atfedilen
yeni
başlangıçlı
bir
nöbet
olarak
tanımlanmıştır.
İkincil
sonuçlar
arasında
maternal
mortalite,
morbidite
ve
magnezyum
sülfat
toksisitesi
ve
yan
etkiler
yer
almıştır.
Maternal
morbidite
sonuçları,
Foley
kateter
süresini,
mobilizasyona kadar geçen süreyi ve hastanede kalış süresini içermektedir.
BULGULAR
Literatür
taramasında
3.629
çalışma
tespit
edilmiştir.
On
üç
çalışma
dahil
etme
kriterlerini
karşılamış
ve
sonuçta
10
tanesi
nicel
analize
dahil
edilmiştir.
Dahil
edilen
çalışmalarda
yanlılık
riski
değerlendirmesi
yapılmıştır.
Bir
RCT'nin
birden
fazla
kayırma
hatası
türü
için
yüksek
risk
altında
olduğu
bulunmuştur;
bu
nedenle,
sonuçları
son
analizin
dışında
tutulmuştur.
Altı
çalışma
sadece
preeklampsili
bir
hasta
popülasyonunu
içermiştir,
üç
çalışma
hastaları
ilk
eklamptik
nöbetlerinden
sonra
randomize
etmiştir
ve
bir
çalışmada
preeklampsi
veya
eklampsi
hastaları yer almıştır.
Doğum
sonrası
magnezyum
sülfatın
süresi,
çalışmalarda
değişiklik
göstermiştir;
12
saat
ile
24
saati
karşılaştıran
altı
çalışma,
6
saat
ile
24
saati
karşılaştıran
üç
çalışma
ve
8
saat
ile
24
saati
karşılaştıran
bir
çalışma
bulunmaktadır.
Magnezyum
sülfat
uygulama
şekli
çalışmalar
arasında
farklılık
göstermiştir:
yedi
çalışmada
yalnızca
magnezyum
sülfat
IV
uygulanmış,
bir
çalışmada
IM
magnezyum
sülfat
uygulanmış
ve
iki
çalışmada
IV
ve
IM
kombinasyonu
kullanılmıştır.
Uygulanan
toplam
magnezyum
sülfat
dozu
da
değişmiştir.
Hiçbir
çalışma
serum magnezyum düzeylerini bildirmemiştir.
Çalışmanın
birincil
sonucu
olan
magnezyum
sülfat
alırken
eklamptik
nöbet
geçirme
oranı,
10
çalışmanın
tümünde
bildirilmiştir;
10
kadın
(%1.2)
24
saatten
daha
az
doğum
sonrası
magnezyum
sülfata
maruz
kaldıktan
sonra
nöbet
geçirmiş
ve
23
kadın
(%3.0)
doğum
sonrası
magnezyum
sülfata
24
saat
maruz
kaldıktan
sonra
nöbet
geçirmiştir
(RD
20.01,
%95
CI
20.02
ila
0.01,
I2
%70).
Yalnızca
preeklampsili
kadınları
randomize
eden
çalışmalarda,
24
saatten
daha
kısa
grupta
bir
kadın
eklamptik
nöbet
geçirmiş,
24
saatlik
grupta
ise
hiçbir
hasta
eklamptik
nöbet
geçirmemiştir
(RD
0,95%
CI
20.01
ila
0.01,
I2
%0).
Benzer
şekilde,
yalnızca
şiddetli
özelliklere
sahip
preeklampsili
kadınları
içeren
çalışmalarda,
24
saatten
kısa
grupta
bir
hasta
(%0.2)
eklamptik
nöbet
geçirirken
24
saat
grubundaki
hiçbir
hasta
eklamptik
nöbet
geçirmemiştir
(RD
0,95%
CI
20.01
ila
0.01,
I2
0%).
Eklamptik
nöbetten
sonra
kadınları
randomize
eden
çalışmalarda,
24
saatten
daha
kısa
sürede
üç
(%0.9)
hastada
tekrarlayan
eklampsi
görülürken,
24
saatlik
grupta
12
(%6.8)
hastada
tekrarlayan
nöbet
görülmüştür
(RD
20.04,
%95 CI 20.14 ila 0.07, I2 %87).
Doğum
sonrası
12
saat
ile
24
saat
magnezyum
sülfatın
karşılaştırıldığı
çalışmalarda,
daha
kısa
rejimde
yedi
kadın
(%1.2)
nöbet
geçirirken,
24
saatlik
gruptaki
21
kadın
(%4,5)
nöbet
geçirmiştir
(RD
20.02,
%95
CI
20.06
ila
0.02,
I2
%84).
Benzer
şekilde,
8
saat
veya
daha
az
magnezyum
sulfata
maruz
kalan
kadınların
üçü
(%1.5)
nöbet
geçirirken, kontrol grubundaki iki kadın (%1.2) nöbet geçirmiştir (RD 0, %95 CI 20.02 ila 0.02, I2 %0).
Yalnızca
birkaç
çalışma
ikincil
sonuçları
bildirmiştir.
Daha
kısa
doğum
sonrası
magnezyum
sülfat
süresi;
üriner
kateter
kullanım
süresinin
azalması
(dört
çalışma)
(ortalama
fark
215.44
saat,
%95
GA
219.97
ila
210.91,
I2
%98)
ve
mobilizasyona
kadar
geçen
süre
(iki
çalışma)
(ortalama
fark
210.77
saat,
%95
CI
217.24
ila
24.31,
I2
%96)
ile
ilişkilidir.
Daha
kısa
süreli
magnezyum
sülfat
ile
bildirilen
tüm
çalışmalarda
hastanede
kalış
süresi
azalmıştır.
Sadece
bir
çalışmada
kızarma
bildirilmiştir;
24
saatlik
gruba
kıyasla
daha
kısa
süreli
grupta
12
vaka
görülmüştür.
(p=0.3)
TARTIŞMA
Bu
meta-analizde,
eklampsinin
önlenmesi
için
standart
24
saatlik
doğum
sonrası
magnezyum
sülfat
süresi
ile
daha
kısa
süre
karşılaştırılmıştır.
Genel
olarak,
preeklampsi
veya
eklamptik
nöbet
geçiren
hastalarda,
daha
kısa
süreli
magnezyum
sülfat
ile
doğum
sonrası
nöbet
riskinde
artış
olmamıştır.
Eklamptik
nöbet
geçirme
riski
iki
grup
arasında
benzerdir;
kısa
süreli
magnezyum
sülfat
grubundaki
kadınların
%1.2'sinde
nöbet
ve
24
saatlik
grubun
%3.0’ında nöbet görülmüştür.
Sadece
preeklampsili
kadınlarda
yapılan
çalışmalarda,
daha
kısa
süreli
grupta
bir
hastada
nöbet
görülmüştür;
eklampsi
hastalarını
randomize
eden
çalışmalarda,
her
iki
grupta
da
tekrarlayan
nöbetler
görülmüştür.
Obstetrik
kılavuzlar,
şiddetli
özelliklere
sahip
preeklampsili
veya
nöbet
profilaksisi
olarak
eklampsili
kadınlarda
postpartum
magnezyum sülfatı savunmaktadır.
Ciddi
özellikleri
olmayan
preeklampside
rutin
kullanımı
konusunda
bir
fikir
birliği
yoktur
ve
karar
vermek
klinisyenlere
bırakılmıştır.
Tüm
popülasyonlarda,
kılavuzlar
postpartum
magnezyum
sülfat
süresi
için
kanıt
bulunmadığını kabul eder ve 24 saat önerir.
Yüksek
doz
magnezyum
sülfat
infüzyonları,
terapötik
üstü
serum
seviyelerine
yol
açar
ve
solunum
baskılanması
ve
maternal
hipokalsemi
dahil
olmak
üzere
risksiz
değildir.
Verilerimiz,
doğum
sonrası
magnezyum
sülfatın
daha
kısa
süreli
eklampsi
riski
ile
ilişkili
olup
olmadığı
sonucuna
varmak
için
yetersiz
kalmaktadır;
mesane
kateterizasyon
süresinin
azalması,
mobilizasyonun
artması
ve
hastanede
kalış
süresinin
azalması
dahil
olmak
üzere
anneye
yararları
ile
ilişkilidir.
Magnezyum
sülfatta
geçen
süreyi
azaltmak,
muhtemelen
hasta
güvenliğini
ve
hasta
memnuniyetini
artırmaya
yardımcı
olacak
ve
sağlık
sistemi
üzerindeki
genel
maliyetleri
potansiyel
olarak
azaltacaktır.
Birincil
sonucumuz,
farklı
sürelerde
magnezyum
sülfata
maruz
kaldığında
postpartum
eklampsi
riskiydi.
Birleştirilmiş
çalışmalarda,
çalışmaların
tümü
eklampsinin
magnezyum
sülfat
infüzyonu
sırasında
mı
yoksa
tamamlandıktan
sonra
mı
oluştuğunu
spesifik
olarak
belirtmemiştir.
Bu
çalışmada
birincil
sonuçlar
risk
oranından
ziyade
RD
olarak
rapor
edilmiştir.
RevMan
yazılımının
sınırlamalarından
biri,
programın
havuzlanmış
etki
risk
oranı hesaplaması sırasında hem tedavi hem de kontrol kollarında sıfır olaylı denemeleri hariç tutmasıdır.
Çalışmamızın
güçlü
yönleri
arasında
çok
sayıda
tanımlanmış
araştırma,
yayın
yanlılığı
kanıtının
olmaması,
hem
kaynak
açısından
zengin
hem
de
sınırlı
kaynaklara
sahip
ülkelerden
araştırmaların
dahil
edilmesi
ve
preeklampsili
veya
eklampsili
kadınları
içeren
araştırmaların
dahil
edilmesi
yer
almaktadır.
Tanımlar
çalışmalar
arasında
farklılık
gösterdiğinden,
seçilen
makalelerdeki
hastalarda
hem
ağır
özellikleri
olan
hem
de
ağır
olmayan
preeklampsi
bulunmaktadır
ve
preeklampsili
tüm
kadınların
yakalanması
umulmuştur.
Geniş
dahil
etme
kriterlerimizle,
doğum
sonrası
magnezyum
sülfatın
optimal
süresini
belirlemek
için
istatistiksel
güç
elde
etmeyi
ummuştuk.
Analizimiz
ayrıca,
ağır
özelliklere
sahip
preeklampsi
hastaları
ile
magnezyum
sülfat
endikasyonu
olarak
eklamptik
nöbet
geçirenler arasında daha önce bildirilmemiş bir sonuç olarak ayrım yapmıştır.
Bu
komite
görüşü
klinisyenlere
infertilitesi
olmayan
ve
gebe
kalmak
isteyen
çiftler/bireylere
hangi
önerilerde
bulunulabileceğine dair öneriler sunmaktadır.
Fertilite ve Yaş
Fertilite
çocuk
doğurma
kapasitesi
olarak
tanımlanır.
Gebelik
oluşma
potansiyeli
korunmayı
bıraktıktan
sonraki
ilk
birkaç
ayda
en
yüksektir
ve
bundan
sonra
giderek
azalır.
Yaklaşık
olarak
çiftlerin
%80’i
ilk
6
ayda
gebe
kalmaktadır.
Aylık
fekundabilite
(ay
başına
gebelik
olasılığı)
ilk
3
ayda
en
yüksektir.
Fertilitenin
en
yüksek
olduğu
geç
20’li
yaşlar
ve
erken
30’lu
yaşlara
göre
40
yaşında
fertilite
yarı
yarıya
azalır.
Fertilite
toplumsal
bazda
değişkenlik gösterir ve hem kadın hem erkek de yaşla birlikte azalmakta ancak bu etki kadınlarda daha belirgindir.
Yaşa
bağlı
azalma
hem
gebelik
şansında
hem
de
canlı
doğumlarda
görülmektedir;
bunun
nedeni
de
artmış
anöploidi riski ve yaşla birlikte artan düşük riskidir.
Fertil Pencere
Fertil
pencere,
ovulasyon
gününden
6
gün
önce
başlamakta
ve
ovulasyon
günü
bitmektedir.
En
azından
teoride
hem
oosit
hem
de
spermin
canlılığı
bu
sürede
maksimumdur.
221
fertil
kadını
içeren
bir
çalışmada
en
yüksek
fekundabilite,
ilişki
ovulasyondan
2
gün
önce
gerçekleştiğinde
elde
edilir.
Başka
bir
çalışmada
gebelik
olasılığı
ovulasyondan
önceki
ilişkide
en
yüksek
olup
ovulasyon
gününden
itibaren
azalmaya
başlamıştır.
Adetleri
düzenli
olan
bir
kadında
gebelik
olasılığı
fertil
pencere
döneminde
artar.
Klinik
gebelik
olasılığı
siklusun
8.gününde
%3.2
iken
siklusun
12.günde
%9.4
dür
ve
siklusun
21.gününde
%2’ye
düşer.
Her
ne
kadar
yaş
fertil
pencerenin
uzunluğunu veya zamanını etkilemese de gebelik şansı artan yaş ile azalmaktadır.
Doğal Fertİlİtenİn İyİleştİrİlmesİ: Komİte Görüşü
Optimizing Natural Fertility: a Committee Opinion
Practice Committees of the American Society for Reproductive Medicine and the Society for Reproductive
Endocrinology and Infertility. Fertil Steril.2022 Jan;117(1):53-63. Doi:10.1016/j.fertnstert.2021.10.007.
Cinsel ilişki Sıklığı
Beş
günden
daha
uzun
abstinans,
sperm
sayısını
olumsuz
etkileyebilir.
2
gün
kadar
kısa
abstinans
normal
sperm
yoğunluğu
ile
ilişkilidir.
Sık
boşalmaların
erkek
fertilitesini
azalttığına
dair
yanlış
inanış
vardır.
Retrospektif
bir
çalışmada
normal
semen
kalitesi,
sperm
sayısı
ve
hareketliliği
olan
10
000
sperm
analizinde
günlük
ejakülasyonlarda
dahi
sperm
parametreleri
normal
saptanmıştır.
Şaşırtacak
şekilde
oligozoospermisi
olan
erkeklerde,
sperm
sayı
ve
motilitesi
günlük
ejakülasyonda
en
yüksek
bulunmuştur.
Cinsel
ilişkiden
kaçınma
süreleri
sperm
morfolojisini
etkilememektedir.
Ancak,
10
gün
veya
daha
uzun
süreli
kaçınmalarda
semen parametreleri kötüleşmeye başlamaktadır.
Bir
çalışmada
siklik
fekundite
fertil
dönemde
olan
günlük,
gün
aşırı
veya
3
günde
bir
ilişkide
de
benzer
bulunmuş
ancak
haftada
bir
ilişkide
en
düşük
saptanmıştır.
Çiftlere
üreme
etkinliğinin
ilişki
sıklığı
ile
arttığı
ve
fertil pencerede 1 ile 2 gün aralıklarla ilişkide en yüksek olduğu bilgisi verilmelidir.
Fertilite-Farkındalık Metodları
Düzenli
siklusu
olan
kadınlarda
dahi
fertil
pencerenin
zamanlaması
değişebilir.
Fertilite-farkındalık
metodları
ile
fertil
zamanın
belirlenmesi
ve
bu
dönemde
zamanlı
ilişki
gebe
kalma
olasılığını
arttırır.
Fertilite-farkındalık
metodları
takvim
metodu
(telefon
aplikasyonları
ile
veya
değil),
servikal
mukusun
gözlenmesi,
ovulasyon
kitleri
ve bazal vücut sıcaklığının takibidir.
Takvim
metodu
menstrüel
siklus
uzunluğuna
bağlıdır.
Tüm
kadınlar
için,
luteal
fazın
uzunluğu
yaklaşık
14
gündür.
Dolayısıyla,
28
günlük
siklusu
olan
bir
kadında
ovulasyonun
14.günde;
30
günlük
siklusu
olanda
16.günde
gerçekleştiği
kabul
edilir.
Fertil
pencere
kabul
edilen
ovulasyon
günü
ve
bundan
5
gün
öncesini
kapsar
(28
günlük
siklusu
olanda
siklusun
9-14.günleri;
30
günlük
siklusu
olanda
siklusun
11-16.günleri).
Akıllı
telefon
uygulamaları
takvim
metodunu
kullanır
ve
ilk
basamak
veya
yardımcı
fertilite-farkındalık
metodu
haline
gelmiştir.
Ovulasyon
kitleri
ovulasyon
zamanındaki
idrar
LH
salınımını
kontrol
eder.
Bunlardan
bazıları
idrar
östron
glukoronid
düzeylerini
de
belirleyebilir.
Siklus
ortasındaki
idrar
LH
yükselmesinin
tespiti
sonrası
ovulasyon
2
gün
içerisindeki
herhangi
bir
zamanda
olabilir.
Yanlış-pozitif
test
sonuçları
siklusların
%7’sinde
görülmektedir.
Ovulasyon
kitlerinin
kullanımı
randomize
kontrollü
çalışmalarda
gebeliğin
oluşumuna
kadar
geçen
süreyi
kısaltmaktadır.
Servikal
mukusun
kalitesi
ovulasyonun
tespitinde
ucuz
bir
yöntemdir.
Mukus
kaygan
ve
şeffaf
olduğu
zaman
gebelik
ihtimali
en
yüksektir
ancak
bu
mukusun
varlığı
gebeliğin
oluşması
için
bir
gereklilik
değildir.
Servikal
mukus
miktarı
ovulasyondan
önceki
5
ile
6
gün
önce
plazma
östrojen
düzeyi
arttıkça
artar
ve
ovulasyondan
2
gün
önce
pik
yapar.
1681
siklusu
içeren
retrospektif
bir
çalışmada
mukusun
pik
yaptığı
günde
ilişki
olması
durumunda
gebelik
oranları
en
yüksek
(yaklaşık
%38),
pikten
önceki
veya
sonraki
günde
olması
durumunda
düşüktür (yaklaşık %15 ile 20).
Bazı
kadınlar
bu
metodları
faydalı
bulurken
diğerleri
bunun
gereksiz
strese
neden
olduğunu
düşünmektedir.
Gebe kalmakla ilgili stres cinsel özgüveni, tatmini ve cinsel ilişki sıklığını azaltmaktadır.
Koitus ile İlişkili Pratikler
Çoğu
kadın
koitus
sonrası
supin
yatmanın
spermin
transportunu
kolaylaştırdığını
ve
vajinadan
sızmasını
engellediğine
inansa
da
bu
inancın
bilimsel
bir
karşılığı
yoktur.
Siklus
ortasında
servikste
depolanan
sperm
15
dakika
içinde
Fallop
tüplerinde
bulunur.
Sperm
Fallop
tüplerini
geçer
ve
Fallop
tüplerinde
ampuller
bölgede
birikmek
yerine
peritoneal
kaviteye
atılır.
Arka
vajinal
fornikse
yerleştirilmiş
işaretli
partikülleri
içeren
çalışmalarda
foliküler
fazda
2
dakika
gibi
kısa
bir
zamanda
Fallop
tüplerine
transport
olmaktadır.
Bu
partiküllerin sadece dominant folikülün olduğu taraftaki tüpte olduğu ve diğer tüpte olmadığı gözlenmiştir.
Koitus
pozisyonunun
fekundabiliteyi
etkilediğine
dair
kanıt
bulunmamaktadır.
Pozisyondan
bağımsız
olarak
sperm
ejakülasyondan
saniyeler
sonra
servikal
kanalda
bulunmaktadır.
Kadının
orgazm
olması
sperm
transportunu kolaylaştırsa da orgazm ve fertilite arasında bilinen bir ilişki bulunmamaktadır.
Bazı
vajinal
kayganlaştırıcılar
fertiliteyi
spermin
canlılığını
etki
ederek
azaltabilir.
Ticari
olarak
bulunan
su-bazlı
kayganlaştırıcılar
in
vitro
olarak
%60
ile
100
oranında
sperm
motilitesini
inhibe
ederken,
kanola
yağının
benzer
zararlı etkileri yoktur.
Diyet ve Yaşam Tarzı
Diyet
Fertilite
oranları
çok
zayıf
veya
obez
kadınlarda
azalmıştır.
Deniz
ürünlerinin
tüketimine
bağlı
artmış
kan
civa
düzeyleri
infertilite
ile
ilişkilidir.
Gebe
kalmaya
çalışan
kadınlara
nöral
tüp
defekti
riskini
azaltmak
için
folik
asit
takviyesi alması önerilmelidir (en az günlük 400 mikrogram).
Çok
sayıda
çalışma
diyet
şekli,
makrobesinler,
mikrobesinler
ve
fertilite
arasındaki
ilişkiyi
değerlendirmiştir.
“fertilite
diyeti”nin
etkinliğini
değerlendirmiştir.
Bu
diyette;
trans-yağlardan
ziyade
daha
fazla
tekli
doymamış
yağ
tüketimi,
hayvansal
protein
kaynaklardan
ziyade
bitkisel
proteinler,
düşük-glisemik
karbonhidratlar,
yüksek-
yağlı
süt
ürünleri,
multivitaminler
ve
bitkisel
ve
takviye
demir
bulunur.
Fertilite
diyetine
tam
olarak
uyulması
durumunda ovulatuar bozukluklara bağlı infertilite riski daha düşük olarak saptanmıştır.
Tüp
bebek
sonuçları
ile
diyet
ilişkisini
inceleyen
çalışmalar
mevcuttur.
Hemşirelerin
Sağlık
Çalışması
II
“Fertilite
diyetine”
uyan
ve
yardımcı
üreme
teknikleri
uygulanan
kadınlarda
gebelik
veya
canlı
doğum
oranlarına
olumlu
bir
etki
gözlenmemiştir.
“Pro-fertilite
diyeti”
(yüksek
folik
asit,
vitamin
B12,
vitamin
D
takviyesi,
düşük-pestisit
ürünleri,
tam
tahıllı,
süt
ürünleri,
soya
ve
etten
ziyade
deniz
ürünleri)
yapan
kadınlarda
yardımcı
üreme
teknikleri
uygulandığında
canlı
doğum
oranları
daha
yüksek
saptanmış.
Benzer
şekilde
Akdeniz
diyeti
(sebze
ve
meyve
ağırlıklı
beslenme,
düşük-yağlı
süt
ürünleri,
zeytinyağı,
balık
ve
tavuk)
veya
Alman
diyetine
(tam
tahıllı
ürünlerin
tüketimi,
tekli
doymamış
veya
çoklu-doymamış
yağ,
sebze,
meyve,
et
ve
balık)
uyan
ve
yardımcı
üreme
teknikleri
uygulanan
kadınlarda
gebelik
pozitifliği,
devam
eden
gebelik
oranları
ve canlı doğum oranları daha yüksek oranda saptanmıştır.
Çalışmaların
sonuçları
çelişkili
olmakla
birlikte,
bazı
araştırmacılar
diyet
şeklinden
ziyade
multivitamin,
folik
asit,
uzun-zincirli
omega-3
yağ
asitleri,
tam-yağlı
süt
ürünleri,
tam
tahıl,
sebze,
balık
ve
soya
izoflavanlar
gibi
besinlerin
fertilite
üzerine
yararlı
etkileri
olabileceğini
düşünmektedir.
Bunun
tersine,
trans-yağları
et,
karbonhidrat ve glisemik yük gibi besinlerin ise fertilite üzerine negatif etkileri olabileceği bildirilmiştir.
Genel
olarak,
diyet
ve
yaşam
tarzı
değişikliklerinin
doğal
fertiliteyi
iyileştireceğine
dair
güçlü
kanıtlar
olmasa
da
diyet ve yaşam tarzı değişiklikleri genel sağlığı iyileştirmek amaçlı önerilebilir.
Sigara İçmek
Sigaranın
fertilite
üzerine
belirgin
olumsuz
etkileri
vardır.
10928
sigara
içen
kadın
ile
19128
sigara
içmeyen
kadını
karşılaştıran
büyük
bir
metaanalizde
sigara
içen
kadınların
daha
fazla
infertil
olduğu
bulunmuştur
(OR,
1.60;95%
CI,1.34-1.91).
Sigara
foliküler
kaybı
hızlandırdığından
dolayı
menopoz
sigara
içen
kadınlarda
içmeyenlere
kıyasla
1
ile
4
yıl
daha
erken
görülmektedir.
Sigara
içilmesi
ayrıca
hem
doğal
hem
yardımcı
üreme
teknikleri
ile
elde
edilen
gebeliklerde
artmış
düşük
riski
ile
ilişkilendirilmiştir.
Her
ne
kadar
sigara
içen
erkeklerde
sperm
yoğunluğu
ve
motilitesi
azalmakta
ve
anormal
sperm
morfolojisi
gözlense
de
mevcut
data
sigaranın erkek fertilitesini azalttığını kesin olarak göstermemektedir.
Alkol
Alkolün
kadın
fertilitesine
etkisi
net
olarak
anlaşılmamıştır.
Bazı
çalışmalar
zararlı
etkileri
olduğu
sonucuna
varsa
da
diğerleri
alkolün
fertiliteyi
arttırabileceğini
öne
sürmüşlerdir.
Stockholm’de
7393
kadını
içeren
bir
kohort
çalışmada
günde
2
alkollü
içecek
tüketen
kadınlarda
infertilite
riski
artarken
(RR,1.59;
CI,0.46-2.31),
günde
birden
daha
az
içenlerde
azalmış
(RR,0.64;
95%
CI,0.46-0.90)
olarak
saptanmıştır.
Diğer
çalışmalarda
yüksek
alkol
tüketimi
ile
azalmış
gebelik
arasında
bir
ilişki
gösterilmiştir.
Yüksek
düzeyde
alkol
tüketiminden
(günde
2’den
fazla,
bir
içecekte
10
gr
alkol
bulunması)
gebelik
planlayanların
kaçınması
gerekir.
Alkolün
fetal
gelişim
üzerindeki
olumsuz
etkileri
göz
önüne
alınırsa
ve
“güvenli”
bir
alkol
tüketim
düzeyi
olmadığından
gebelik
sırasında alkol tüketimi bırakılmalıdır.
Erkeklerde
kronik
alkol
bağımlılığı
daha
düşük
sperm
sayısı,
sperm
hareketliliği,
sperm
morfoloji
skorları,
seminal
sıvı
hacmi
ve
serum
testosteron
düzeyleri
ile
ilişkilidir.
Alkol
kullanımı
erkeklerde
ve
kadınlarda
artmış
cinsel
işlev
bozuklukları,
artmış
boşalma
sorunları,
erken
boşalma,
azalmış
cinsel
istek,
disparoni
ve
vajinal
kuruluk
ile
ilişkilidir.
Kafein
Yüksek
kafein
tüketimi
(500
mg,
günde
5
fincandan
fazla)
azalmış
fertilite
ile
ilişkilidir
(OR,1.45;95%
CI,
1.03-
2.04).
Gebelik
boyunca
günde
200
ile
300
mg
kafein
(günde
2-3
fincan)
tüketimi
düşük
riskini
arttırabilir
ancak
konjenital
anomali
riskini
etkilemez.
Gebelik
öncesi
veya
gebelik
sırasında
ortalama
kafein
tüketiminin
(günde
1-2
fincan)
fertilite
veya
gebelik
sonuçları
üzerine
belirgin
olumsuz
bir
etkisi
yoktur.
Erkeklerde
kafein
tüketiminin
semen parametrelerine etkisi bulunmamaktadır.
Esrar ve Diğer Uyuşturucu Maddeler
Esrar
kullanan
ovulatuar
kadınlarda
infertilite
prevalansı
artmıştır
(RR,1.7;
CI
95%,1.0-3.0).
Esrar
kullanan
erkeklerde
kullanmayanlara
kıyasla
%29
daha
düşük
sperm
sayıları
bildirilmiştir
ve
esrarın
sperm
sayısı
üzerine
etkileri
doz
bağımlıdır.
Amerika
Kadın
Doğum
Birliği
gebe
olan
veya
gebe
kalmayı
planlayan
kadınların
esrar
kullanımını
bebeği
nöro-gelişimsel
sürecini
bozacağından
dolayı
bırakmasını
önermektedir.
Gebelik
planlayan
hem
erkek
hem
de
kadınların
gebelik
riskleri
ve
yenidoğan
komplikasyonları
açısından
diğer
uyuşturucu
maddeleri de kullanmamalıdırlar.
Çevresel Maruziyet
Besin,
su
ve
havada
bulunan
sentetik
ve
doğal
çevresel
kimyasalların
erkek
ve
kadında
fertilitenin
azalmasına
katkıda
bulunduğuna
dair
kanıtlar
artmaktadır.
Bunlar
içerisinde
endokrin-bozucu
kimyasalların
(hormonal
ve
homeostatik
sistemi
değiştiren
ekzojen
bileşenler)
olumsuz
sağlık
etkileri
vardır.
12
çalışmayı
içeren
bir
derlemede
endokrin
bozucu
kimyasallara
sürekli
olmayan
maruziyet
ile
gebeliğe
kadar
geçen
zamana
bakıldığında
bir
lişki
olmadığı
saptanmıştır.
En
çok
çalışılan
kimyasallar
fitalatlar,
bisfenol
A
ve
triklozandır.
Ancak,
28
çalışmayı
içeren
bir
derlemede
organik
kirleticiler
ile
sürekli
maruziyet
ve
çiftlerin
fekundabilitesine
bakıldığında,
gebeliğe
kadar
geçen
süre
açısından
kadınların
poliklorine
bifenillere
maruziyetinin
olumsuz
etkileri
olduğu
görülmüştür.
Gebelik
planlayan
üreme
çağındaki
kadın
ve
erkeklerde
besin,
hava,
su
ve
kişisel
bakım
ürünlerindeki endokrin-bozucu kimyasal maruziyeti mümkün olduğu ölçüde kısıtlanmalıdır.
Giriş
Ana
endikasyonu
preinvaziv
servikal
hastalık
olan
konizasyonun,
makroskopik
kanser
tedavisinde
genellikle
yeri
yoktur.
Erken
evre
serviks
kanseri
olan
sınırlı
hasta
grubunda,
fertilite
koruyucu
bir
yaklaşım
olarak
küratif
amaçlı yapılmaktadır.
Serviks
Kanserine
Laparoskopik
Yaklaşım
(LACC)
çalışmasının
yayınlanmasından
sonra,
erken
evre
serviks
kanseri
cerrahisinde
laparotomiye
doğru
bir
kayma
olmuştur.
Benzer
şekilde,
Evre
IB1
Serviks
Kanserinde
Farklı
Cerrahi
Yaklaşımları
Karşılaştıran
Servikal
Kanser
Cerrahisi
(SUCCOR)
çalışmasında
da,
serviks
kanseri
için
minimal
invaziv
cerrahinin,
açık
cerrahiye
kıyasla
nüks
ve
ölüm
riskini
artırdığı
sonucuna
varılmıştır.
Bu
retrospektif
çalışmada,
cerrahiden
önce
konizasyon
geçiren
kadınlar
bias
oluşturabileceği
nedeniyle
analiz
dışı
bırakılmıştır.
Bildiğimiz
kadarıyla,
ne
LACC
çalışması
ne
de
diğer
çalışmalar
ameliyattan
önce konizasyonun potansiyel etkisini değerlendirmemiştir.
Bu
çalışmanın
primer
amacı
erken
evre
serviks
kanserli
hastalarda
radikal
histerektomi
öncesi
konizasyonun
hastalıksız
sağkalım
üzerindeki
potansiyel
etkisini
ortaya
koymaktır.
Sekonder
olarak,
bu
hasta
grubunun
genel
sağkalımına
konizasyonun
etkisini
analiz
etmek
amaçlanmıştır.
Son
olarak
cerrahi
yaklaşım
ve
konizasyon durumuna göre nüks riski karşılaştırılmıştır.
Yöntem
29
Avrupa
ülkesindeki
126
enstitüde,
Ocak
2013-Aralık
2014
arasında,
FIGO
(2009)
Evre
IB1
serviks
kanseri
nedeniyle
radikal
histerektomi
yapılmış
1272
hasta
analiz
edilmiştir.
Skuamöz
hücreli
karsinom,
adenokarsinom
ve
adenoskuamöz
karsinom
histolojik
tipi
olan,
MR
ile
4
cm
ve
altı,
parametrial
invazyon
olmadığı
tespit
edilen
ve
MR,BT
veya
PET
ile
ekstraservikal
metastaz
saptanmayan
18
yaş
ve
üzeri
hastalar
çalışmaya
dahil
edilmiştir.
Tip
B-C
radikal
histerektomi
ve
en
az
10
adet
pelvik
lenf
nodu
eksizyonu
yapılmış
(açık
ya
da
kapalı
(laparoskopik,robotik))
ameliyatlar
dahil
edilmiştir.
Kapalı
başlayıp
açığa
dönen
vakalar
dahil
edilmemiştir.
Hastalıksız
sağkalım,
radikal
histerektomi
tarihinden
nüks
veya
son
iletişim
zamanına
(hangisi
önce
gelirse)
kadar
geçen
süre
olarak
tanımlanmıştır.
Genel
sağkalım,
radikal
histerektomi
tarihinden,
son
temas
veya
ölüm
zamanına kadar geçen süre olarak hesaplanmıştır.
Çalışmanın
retrospektif
tasarımından
kaynaklanan
olası
biasları
en
aza
indirmek
için
eğilim
(propensity)
skor
eşleştirmesi
kullanılmıştır.
Modele
şu
değişkenler
dahil
edilmiştir:
cerrahi
yaklaşım,
patolojik
piyeste
en
büyük
tümör
çapı,
tümör
derecesi,
lenfovasküler
invazyon,
invazyon
derinliği,
sınır
durumu,
nodal
durum
ve
adjuvan
tedavi.
Bulgular
116
hasta
dışlandıktan
sonra,
733'üne
(%63,4)
konizasyon
olmaksızın;
423'üne
(%36,6)
konizasyon
sonrası
radikal histerektomi uygulanan 1156 hasta analiz edilmiştir.
Her
2
gruptan
dengeli
bir
kohort
oluşturacak
şekilde
187
hasta
seçilerek
karşılaştırma
(1:1)
yapılmıştır.
Temel
özellikler,
eğilim
uyumlu
karşılaştırmanın
bir
sonucu
olarak
gruplar
arasında
benzerdir
(Tablo
1)
.
Medyan
takip
SUCCOR-CONE ÇALIŞMASI: RADİKAL HİSTEREKTOMİ ÖNCESİ KONİZASYON
SUCCOR cone study: conization before radical hysterectomy.
Chacon E, Manzour N, Zanagnolo V, et al.; SUCCOR study Group. Int J Gynecol Cancer. 2022 Feb;32(2):117-124. doi:
10.1136/ijgc-2021-002544.
Özetleyen: Dr. Harika Yumru Çeliksoy
Link: https://ijgc.bmj.com/content/32/2/117
süresi
konizasyon
yapılmayan
grup
için
59
ay,
konizasyon
grubu
için
58
aydır.
Konizasyon
yapılmayan
grupta
ortalama
yaş
48.1
(SD
9.59)
iken,
konizasyon
grubunda
45.8
(SD
10.22)dir.
Konizasyon
yapılmayan
97
hastaya
laparotomi,90
hastaya
minimal
invaziv
cerrahi
uygulanırken;
konizasyon
yapılan
94
hastaya
laparotomi, 93 hastaya minimal invaziv cerrahi uygulanmıştır.
Her
iki
grupta
(150
(%80.2)
ve
148
(%70.1))
primer
cerrah
10
yıldan
fazla
deneyime
sahip
kıdemli
bir
cerrahtır.
Prosedürlerin
çoğunda
(%67,7
ve
%71,5)
manipülatör
kullanılmamıştır.
Kolpoprotektif
manevralar
her
iki
grupta da %18,7 hastada uygulanmıştır.
Konizasyon
olmayan
grupta
80
(%42,8)
hasta
adjuvan
tedavi
alırken,
konizasyon
grubunda
79
(%42,2)
hasta
adjuvan
tedavi
almıştır.
Konizasyondan
radikal
histerektomiye
kadar
geçen
medyan
süre
50.1
gündür
(1-138)
.
Konizasyon detaylarına
Tablo 2
’de yer verilmiştir.
Konizasyon
grubundaki
183
hastadan
9’unda
(%4,9)
nüks
izlenirken,
konizasyon
yapılmayan
grupta
178
hastadan
25’i
(%14)
nüks
etmiştir
(p=0,003).
58
aylık
medyan
takipten
sonra,
hastalıksız
sağkalım
konizasyon
grubunda
%95.1
iken;
konizasyon
yapılmayan
grupta
%86’dir.
Konizasyon
geçiren
hastalarda
nüks
riskinde
%65'lik bir azalma izlenmiştir (HR 0.35, %95 CI 0.16 ila 0.75, p=0.005)
(Şekil 2)
.
Konizasyon
grubunda
toplam
3
(%1,6)
hasta,
konizasyon
yapılmayan
grupta
ise
12
(%6,6)
hasta
vefat
etmiştir
(p=0,015).
Medyan
59
aylık
takipten
sonra,
genel
sağkalım
konizasyon
yapılmayan
grupta
%93.4
iken;
konizasyon
grubunda
%98.4’dir.
Öncesinde
konizasyon
yapılmış
hastalarda
mortalitede
%75
azalma
görülmüştür (HR 0.25, %95 CI 0.07 ila 0.90, p=0.021)
(Şekil 3)
.
Son
olarak,
öncesinde
konizasyon
yapılmadan
minimal
invaziv
cerrahi
uygulanan
hastalarda,
konizasyon
sonrası
açık
cerrahi
uygulananlara
kıyasla
5,63
kat
daha
yüksek
nüks
riski
izlenmiştir
(HR
5,63,
%95
GA
1,64
ila 19,3, p=0,006)
(Şekil 4)
.
Konizasyon
sonrası
minimal
invaziv
cerrahi
uygulanan
hastalarla;
konizasyon
yapılmadan
veya
konizasyon
sonrası
açık
cerrahi
uygulanan
hastalar
karşılaştırıldığında
nüks
oranlarında
hiçbir
farklılık
gösterilmemiştir
(HR 1.94, %95 GA 0.49 ila 7.76, p=0.35 ve HR 2.94, %95 CI 0.80 ila 10.86, sırasıyla p=0.11).
Tartışma
Bu
retrospektif
çalışmada,
konizasyon
sonrası
radikal
histerektomi
uygulanan
evre
IB1
(FIGO
2009)
serviks
kanserli
hastaların
nüks
ve
ölüm
riskinin
anlamlı
derecede
daha
düşük
olduğu
gösterilmiştir.
Konizasyon
yapılmadan
minimal
invaziv
cerrahi
uygulanan
hastalarda,
konizasyon
sonrası
açık
cerrahiye
göre
5,63
kat
daha
yüksek
nüks
riski
bulunmuştur.
Konizasyon
sonrası
minimal
invaziv
cerrahi
uygulanan
hastalar
ile,
konizasyon
sonrası
açık
cerrahi
uygulanan
hastalar
arasında
ise
nüks
oranlarında anlamlı fark izlenmemiştir.
Radikal
histerektomi
öncesi
konizasyonun
prognostik
rolünü
analiz
eden
az
sayıda
çalışma
vardır;
özellikle,
yakın
zamanda
yapılan
üç
çalışma,
konizasyonun
düşük
rekürrens
oranları
ile
ilişkili
olduğunu
göstermiştir.
Uppal
ve
ark.,
konizasyon
uygulanan
ve
preoperatif
görüntülemede
rezidüel
tümörü
olmayan
243
hastayı
analiz
etmiştir;
açık
(n=72)
ve
minimal
invaziv
cerrahi
(n=171)
grupları
arasında
nüks
oranı
açısından
fark
izlememiştir
(%1.4
ve
%2.9,
p=0.48).
Casarin
ve
ark.
minimal
invaziv
radikal
histerektomi
uygulanan
FIGO
(2009)
Evre
IA1–IB1
serviks
kanseri
olan
186
hastada
preoperatif
konizasyon
performansının
(evre
IB1
hastalığı
olan
hastalar
için
bile)
daha
düşük
nüks
riski
ile
ilişkili
olduğunu
bildirmiştir
(%1.1'e
karşı
%16.1,
p<0.001).
Bizarri
ve
ark.
tarafından
yürütülen
bir
başka
çalışma,
erken
evre
serviks
kanser
hastalarında
konizasyonun
olası
koruyucu
rolüne
dikkat
çekmiştir.
Önce
konizasyon
olan
hastaların
daha
az
adjuvan
tedavi
aldıkları
(p<0,001)
ve
konizasyon
uygulanmayan
hastalara
göre
hastalıksız
sağkalımlarının
daha
iyi
olduğu
gözlemlenmiştir
(sırasıyla
%89.8
ve
%80.0,
p=0.010).
İki
grup
arasında
5
yıllık
genel
sağkalım
(sırasıyla %97.1'e karşı %91.4; p=0.114) ve nüks paterninde (p=0.115) hiçbir fark bildirilmemiştir.
Bildiğimiz
kadarıyla
SUCCOR-cone
çalışması,
konizasyon
sonrası
radikal
histerektomi
yapılan
hastaların
nüks
ve
ölüm
riskinin
önemli
ölçüde
daha
düşük
olduğunu
gösteren
ilk
çalışmadır.
Bu
retrospektif
çalışmanın
eksik
tarafı;
servikste
gros
tümör
ile
mikroskobik
tümörlü
evre
IB1
serviks
kanseri
hastaların
karşılaştırılmasını
sağlamamıştır.
SUCCOR
grubu,
özellikle
küçük
tümörlerde
(2
cm'ye
kadar;
büyük
tümörlerde
konizasyonun
rolü
yoktur),
cerrahi
yaklaşıma
göre
cerrahi
öncesi
konizasyonun
uygulanabileceğini
vurgulamıştır.
LACC
çalışmasında
minimal
invaziv
cerrahinin
serviks
kanserinde
sağkalımı
azaltmasına
dair
nedenler
net
ortaya
konulmamıştır.
SUCCOR
grubu;
minimal
invaziv
cerrahide,
manipülatör
kullanmama,
vajinal
kapatma
gibi
koruyucu
manevralar
uygulamanın
veya
öncesinde
konizasyon
yapmanın
(konizasyon
yapıldığında,
minimal
invaziv
ve
açık
yaklaşım
arasında
fark
gözlenmemiştir)
tümöre
daha
az
maruz
kalınmasını
ve
tümörün
daha
az
manipüle
edilmesini sağlayarak, tümör dökülmesini en aza indireceğini öne sürmüştür.
Sonuç
FIGO
(2009)
Evre
IB1
serviks
kanseri
hastalarında
radikal
histerektomi
öncesi
konizasyon
yapılmasıyla,
konizasyon
uygulanmadan
primer
radikal
cerrahi
ile
tedavi
edilen
hastalara
kıyasla,
daha
iyi
hastalıksız
ve
genel sağkalım elde edilmiştir.
GİRİŞ
Pelvik
organ
prolapsusu
(POP)
;
hastaların
yaşam
kalitesini
önemli
ölçüde
bozan
oldukça
yaygın
bir
durumdur.
Yaşlanan
nüfusun
bir
sonucu
olarak,
POP’lu
kadınların
prevalansı
önümüzdeki
40
yıl
içinde
3,3
milyondan
4,9
milyona önemli ölçüde artacaktır.
Prolapsus;
vajinanın
ön
duvarında
ise
;sistosel,
arka
duvarında
ise
;
rektosel
ve
apekste
ise
apikal
prolapsus
olarak
tanımlanır.
Sistosel
,
en
sık
ve
en
bilinen
POP
tipi
olmasına
rağmen
sistoselden
şikayetçi
kadınların
çoğunda
eş
zamanlı
hymen
ve
ötesindeki
apikal
desteğin
kaybı
mevcuttur
ki
bu
durumda
apikal
desteğin
restorasyonu , POP tedavisinin önemini vurgular.
Apikal
prolapsus
cerrahisine,
Abdominal
sakrokolpopeksi
(ASC)
ve
transvajinal
sakrospinöz
ligament
fiksasyonu
(SSLF)
olmak
üzere
yaklaşımlar
vardır.
Apikal
prolapsus
için
;
Lane,
1962'de
ASC'yi
abdominal
bir
yaklaşım olarak ve 1968'de Richter, SSLF'yi vajinal bir yaklaşım olarak tanımladı.
ASC,
apikal
prolapsus
için
altın
standart
tedavi
olarak
kabul
edilir.
Çok
sayıdaki
çalışma,
ASC'nin
yüksek
başarı
oranlarına
(%78-100)
ve
uzun
süreli
dayanıklılığa
sahip
olduğunu
göstermiştir.Buna
rağmen
,
birçok
cerrah,
daha
kısa
operasyon
ve
iyileşme
süreci
nedeniyle
SSLF
yapmayı
seçmektedir.
Apikal
desteği
eski
haline
getirmek
için
geliştirilmiş
çeşitli
cerrahi
yaklaşımlara
rağmen,
apikal
destek
prosedürünün
uygulanması
ve/veya
prolapsusu
ele
almak
için
tasarlanmış
bir
prosedüre
dahil
edilmesi
gereken
bir
kılavuz
yoktur.
Günümüzde
cerrahi
yaklaşımların
seçimi
çoğunlukla
cerrahın
tercihine
ve
deneyimlerine
bağlıdır.
Hastalarla
cerrahi
seçenekleri
tartışırken,
operasyonun
etkinliği
ve
potansiyel
risklerini
karşılaştıran
bilgiler
önemlidir.
Hem
etkinlik
hem
de
komplikasyonlar
hakkında
karşılaştırmalı
verileri
içeren
kapsamlı
bir
analiz
hala
eksiktir.
Bu
yayında
apikal
prolapsusu
olan
kadınlarda
sakrokolpopeksi
(ASC,LSC)(
LSC:laparoskopik
sacrokolpopeksi) ve SSLF'nin karşılaştırılması üzerine sistematik bir inceleme ve meta-analiz gerçekleştirdik.
MATERYAL VE METOD
Literatür Taraması
Literatür
taramaları
,
en
son
Ekim
2020'de
güncellenen
,
MEDLINE,
Embase
ve
Cochrane
Library’i
kullanarak,
aşağıdaki
tıbbi
konu
başlıkları
(MeSH)
terimleri
ve
bunların
kombinasyonları
[Başlık/Özet]
içinde
aranarak
oluşturuldu.
Bu
kelimeler;
“sakrospinöz
kolpopeksi,”
“sakrospinöz
bağ
fiksasyonu”,
“sakrospinöz
ligament
kolpopeksi,”
“sakrospinöz
ligament
süspansiyonu”
,“sakrospinöz
histeropeksi”,
“sakrospinöz
fiksasyon”
ve
"sakrokolpopeksi", "kolposakropeksi", "sakrohisteropeksi" ve “sakral kolpopeksi” idi.
Bilgisayar
aramasına
ek
olarak,
manuel
olarak
tüm
alınan
çalışmaların
referans
listeleri,
derleme
makaleleri
ve
konferans
özetleri
tarandı.
Aynı
popülasyonla
ilgili
tekrarlanan
çalışmalarda,
en
yeni
veya
en
bilgilendiren
rapor
kullanılmıştır.
Tüm
karşılaştırmalı
çalışmalar
(randomize
kontrollü
çalışmalar-
[RKÇ
'ler],
vaka
kontrol
veya
kohort
çalışmaları)
sakrokolpopeksi
(ASC
veya
LSC)
ve
SSLF
ile
en
az
bir
karşılaşmalı
sonuçdan
bahsedilen
Sakrospİnöz Ligament Fİksasyonu ve Sakrokolpopeksİnİn Etkİnlİk
KarşIlaştIrIlmasI. bİr meta-analİz
çalışmalar
seçildi.
Başyazılar,
editöre
mektuplar,
inceleme
makaleleri,
olgu
sunumları,
toplantı
özetleri
,
yayınlanmamış çalışmalar ve ingilizce dili hariç çalışmalar çalışma dışına alınmıştır.
Kalite değerlendirmesi ve istatistiksel analiz
RKÇ’lerin
metodolojik
kalitesi
;
Cochrane
Bias
Tool
programı
ile
belirlendi.Vaka
kontrol
ve
kohort
çalışmalarının
metodolojik
kalitesi
;
;
hasta
seçim
yöntemi,
karşılaştırılabilir
çalışma
grupları
ve
rapor
edilen
sonuçların
sayısını veren 3 faktörle modifiye edilmiş Newcastle-Ottawa ölçeği ile değerlendirildi.
RKÇ'ler
hariç
her
çalışmaya
0-9
arasında
bir
yıldız
derecelendirmesi
verildi.RKÇ
‘ler
ve
7
veya
daha
fazla
yıldız
alan
gözlemsel
çalışmalar,yüksek
kaliteli
olarak
kabul
edildi.
Meta
analizler
için
Review
Manager
5.0
kullandı.
Odds
oranı
(OR)
ve
ağırlıklı
ortalama
fark
(WMD)
sırasıyla
ikili
ve
sürekli
değişkenleri
analiz
etmek
için
kullanıldı.
Tüm
sonuçlar
için
%
95
güven
aralığı
(CI)
kullandı.İkili
veriler
için,
Mantel-Haenszel
odd
ratio
(OR'ler)
hesaplanarak
iki
grup
içindeki
veriler
hesaplandı.Sürekli
veriler
için
ortalama
farkı
(MD'ler)
ve
Hozo
tarafından
açıklanan
teknik
kullanılarak
standart
sapmalar
(STD'ler)
hesaplandı.
Çalışmalar
arasındaki
istatistiksel
heterojenitede
;
anlamlılık
p
<
0.10
olarak
ayarlanan
Ki-kare
testi
ile
heterojenlik
I2
istatistiğiyle
değerlendirildi.
Rastgele
etkiler
modeli,
p
<
0.10
ise
rapor
edildi
,
yoksa
sabit
etkiler
modeli
rapor
edildi.
ASC
ve
LSC'yi
SSLF
ile
karşılaştırmak
için
alt
grup
analizleri
yapıldı.
Yüksek
kaliteli
çalışmalar
için
duyarlılık
analizleri yapıldı.Yayın yanlılığının varlığını belirlemek için Funnel plot analyses analizleri kullanıldı.
Sonuçlar
4.120
vakayı
içeren
15
çalışma
(SSLF
için
2.409
vaka,
ASC
için
1.439
vaka
ve
LSC
için
272
vaka)
dahil
etme
kriterleri
içinde
son
analize
dahil
edildi.
(Fig.
1).
Tüm
yayınlar
tam
metin
makalelerden
seçilerek
,dahil
edilen
çalışmaların özellikleri Tablo 1 de gösterilmiştir.
5 RKÇ (kanıt düzeyi: 2b), 8 retrospektif çalışma ve 2 prospektif çalışma (kanıt düzeyi: 2b–3b) incelendi.
Cerrahi
prosedürler
ise
,
10
çalışma
SSLF
ile
ASC'yi,
4
çalışma
SSLF
ile
LSC'yi
ve
1
çalışma
ASC,
LSC
ve
SSLF yi karşılaştırdı.
499
hastayı
içeren
yedi
çalışmada
disparoni
bildirildi.
SSLF
ve
sakrokolpopeksi
grupları
arasında
anlamlı
bir
fark
saptandı.
Hastalar
SSLF/ASC
ve
SSLF/LSC
alt
gruplarına
ayrıldığında,
SSLF
ve
ASC
arasında
da
anlamlı
bir
fark
saptandı , ancak SSLF ve LSC arasında fark saptanmadı. (Fig. 3).
3.430
hastayı
içeren
sekiz
çalışmada
yara
yeri
enfeksiyonu
rapor
edilmiştir.
SSLF
ve
sakrokolpopeksi
grupları
arasında
anlamlı
bir
fark
saptandı.(fig
.4).
SSLF
ve
ASC'nin
alt
grubundaki
,
7
çalışmada
da
yara
yeri
enfeksiyon
oranları
mevcuttu
ve
bu
gruptada
önemli
bir
fark
saptandı.Ancak,
SSLF/LSC
alt
grubundan
gelen
veriler
ise
yara
yeri enfeksiyon oranlarında önemli bir fark göstermedi. (fig .4).
3220
hastayı
içeren
7
çalışmada
gastrointestinal
komplikasyon
olarak
;
ileus,
postoperatif
bağırsak
tıkanıklığı
bildirildi. Gastrointestinal komplikasyonlardaki fark, SSLF'de ASC'ye göre anlamlı olarak daha düşüktü .
3.318
hastayı
içeren
9
çalışmada
mesane,
üreter
ve
barsak
yaralanmalarını
içeren
doku
yaralanmaları
rapor
edilmiştir.
SSLF
ve
sakrokolpopeksi
grupları
arasında
fark
yoktu..
SSLF
ile
ASC'yi
karşılaştıran
8
çalışmada
doku
yaralanmaları
bildirildi
ancak
fark
saptanmadı.
SSLF
ve
LSC'yi
karşılaştıran
sadece
bir
çalışmada
doku
hasarı
rapor edildi ve aralarında fark da yoktu.
Nüks
vakaları
değerlendiren
3.890
hastalık
12
çalışmada
,
SSLF'deki
nüks
oranının
sakrokolpopeksi
grubuna
göre anlamlı derecede yüksek olduğunu gösterildi.
Sakrokolpopeksi
grubu
ASC
ve
LSC
alt
gruplarına
ayrıldığında,
SSLF
ile
karşılaştırıldığında
nüks
oranındaki
fark
ASC lehine istatistiksel olarak anlamlıydı .SSLF ve LSC arasında ise anlamlı bir fark görülmedi.
491
hastayı
içeren
beş
çalışmada
pelvik
organ
prolapsusu
nüksleri
;
vagen
kaf
prolapsusu,
sistosel
ve
rektosel
nüksü
olarak
ayrıldı.
255
hastayı
içeren
üç
çalışmada
SSLF
ve
ASC
alt
gruplarında
kaf
prolapsusu
nüksleri
bildirildi.
Fark,
ASC
lehine
istatistiksel
olarak
anlamlı
iken
,SSLF
ve
ASC
arasındaki
fark,
sistosel
ve
rektosel
nüksü açısından anlamlı bir fark değildi. (figür : 5) .
SSLF
ve
LSC'de
sistosel
,
rektosel
ve
kaf
prolapsus
nükslerini
içeren
236
hastalık
iki
çalışma
incelendi.
SSLF
ve
LSC arasında kaf prolapsusu, sistosel ve rektosel nüksü açısından anlamlı bir fark yoktu
Başarı
oranlarını
değerlendiren
3.890
hastadan
oluşan
12
çalışmada
SSLF'deki
başarı
oranlarının
sakrokolpopeksi
grubuna
göre
önemli
ölçüde
daha
düşük
saptanmıştır.
Sakrokolpopeksi
grubu
ASC
ve
LSC
alt
gruplarına
ayrıldığında,
SSLF
ve
ASC
arasında
hala
anlamlı
bir
fark
görüldü
,
ancak
SSLF
ve
LSC
arasında
fark
yoktu. (Fig. 6).
Modifiye
Newcastle-Ottawa
ölçeğinde
yedi
veya
daha
fazla
yıldız
alan
beş
RKÇ
ve
beş
retrospektif
çalışma
bir
duyarlılık
analizine
dahil
edildi
(Tablo
3).
Kanama
oranı,
yara
enfeksiyon
oranı
ve
gastrointestinal
komplikasyonlar
dışında sonuçların öneminde değişiklik saptanmadı.
SSLF
ve
sakrokolpopeksi
arasındaki
duyarlılık
analizinde;
kanama
oranı,
yara
yeri
enfeksiyon
oranı
ve
gastrointestinal
komplikasyonlar
için
anlamlı
bir
fark
saptanmadı.
G
a
s
t
r
o
i
n
t
e
s
t
i
n
a
l
komplikasyonlar
ve
başarı
oranı
için
çalışmalar
arası
heterojenite
eğrisinin
önemli
ölçüde
azaldığı
görülmüştür.
Çalışmalar
arası
heterojenlik,
operesyon
süresi
,
kanama,
disparoni,
doku
yaralanması
ve
nüks
oranları
için
fark
göstermedi.
Şekil
7,
buna
dahil
edilen
çalışmaların
grafiğini
ve
tekrarlama
oranlarını
bildiren
meta-analizi
eğrisini
göstermektedir.
Tartışma
Bu
sistematik
inceleme
ve
meta-analiz
,
ASC'nin
SSLF
‘ye
göre
daha
iyi
anatomik
sonuçlar
ve
daha
düşük
nüks
oranlarına
sahip
olduğunu
göstermiştir.
Ayrıca
apikal
prolapsus,
sistosel
ve
rektoselin
rekürrens
oranları
ASC
ve
SSLF için ayrı ayrı incelenmiştir.
Sistosel
ve
rektosel
rekürrens
oranları
gruplar
arasında
fark
göstermezken
;SSLF
ASC
ile
karşılaştırıldığında;
apikal prolapsus oranlarında önemli derece artmış nüks ve düşük başarı oranları saptanmışır.
Tüm
sonuçlar
göstermiştir
ki
;
ASC
SSLF
ye
göre
daha
güçlü
bir
apikal
destek
sağlamaktadır.
Sakrokolpopeksi
ile
apeks
,meş
ile
sakral
ön
ligamente
veya
sakral
S2
kemiğe
asılır.Sakrokolopoeksi
,
SSLF
le
karşılaştırıldığında
;
apekse
en
güçlü
desteğin
meş
ile
sağlanması
,
hem
apikal
hem
de
tüm
prolapsus
nükslerinin
en
az
düzeyde
olmasını
ve
daha
yüksek
başarı
oranları
ile
açıklanabilir.
Diğer
bir
faktör
ise
SSLF’
de
masif
vaginal
diseksiyon
yapılarak
nöropatiye
neden
olmasıdır.
Vaginal
diseksiyonun
neden
olduğu
nöropati
bulguları
pelvik
kas
,
fasia
ve
ligamentlerde
olumsuz
etkiler
yapmıştır.
Nöropatiye
bağlı
pelvik
desteğin
azalması,
doku
zayıflaması,yaşlanma
,
menopoz
ve
kalıcı
doku
kaybı
SSLF
nüksünün
nedenleri
olabilir.
LSC
ve
SSLF
arasında
apikal
prolapsus,
sistosel,
rektosel,
genel
toplam
nüks
oranları
ve
başarı
oranları
arasında
fark
bulunmamıştır.
Laparaoskopik
sakrokolpopeksi gelişmekte olan ve yeniliğe açık minimal invaziv bir cerrahidir.
LS
sakrokolpopeksi
ileri
düzey
deneyim
ve
uzun
süren
öğrenme
eğrisine
sahiptir
ve
SSLF
veya
abdominal
sacrokolpopeksiye göre cerrahlar için daha uğraştırıcıdır.
LSC
ve
ASC
sonuçlarının
farklılıkları
iki
faktörle
açıklanabilir.İlk
faktör;
meşin
yetersiz
gerilmesi
ve
ikincisi
meşin
yerinden
kayması.İlk
faktörle
ilgili
olarak
;
özel
laparoskopik
cerrahi
koşullarda
;
sakral
promontoryuma
iyi
bir
gerginlikle
meşi
yaymak
zordur.
Burada
meşin
gevşemesi
nükse
neden
olmaktadır.
LSC
de
,
ASC
den
daha
fazla
görülen
meşin
kaymasına;
meşin
gevşek
bir
şekilde
vaginal
kaf
veya
servikal
stumpa
fiksasyonu
veya
emilebilen
iplikle
yaşanan
gerginlik
kaybı
neden
olabilir.Yine
sadece
4
çalışma
bu
tartışma
için
mevcutsa
da
daha
fazla
çalışmalara ihtiyaç vardır.
Her
iki
SSLF
ve
LSC
geniş
abdominal
kesilerden
kaçınmak
için
yapılan
en
iyi
kozmetik
sonuçlara
ulaşan
minimal
invaziv
cerrahilerdir.
Olumsuz
durumlar
için
;
LSC
de
SSLF
ye
göre
daha
düşük
febril
oranlar
olmasının
dışında
gruplar arasında fark saptanmamıştır. Bu sonuçlara göre LSC de en az SSLF kadar güvenli ve etkilidir.
Yine
de
LSC
‘ye
başlarken
minimum
nüks
oranı
ve
başarı
oranlarını
artırmak
için
;
uygun
hasta
seçimi,
yeterli
laparoskopik
deneyim
ve
yeterli
LSC
eğitimi
önerilmektedir.
SSLF
‘deki
disparoni
oranları
ASC
ye
göre
daha
yüksektir.
SSLF
deki
,
aşırı
vaginal
diseksiyon
,
sistosel,
rektosel
ve
perineoplastinin
eş
zamanlı
yapılması
nöropati
ve
artmış
vaginal
skarlara
neden
olabilir.
Skar
kontraksiyonu
nedenli
vagina
daha
da
kısalabilir
ve
daralabilir. Tüm bu faktörler SSLF nin ASC ye göre daha çok disparoni yapmasıyla sonuçlanır.
Tüm
bu
klinik
yararlara
rağmen,
ASC
;
SSLF'den
daha
uzun
operasyon
süresi
,
daha
fazla
kanama,
yara
yeri
enfeksiyonu
ve
gastrointestinal
komplikasyonlar
içerir.
Ayrıca,
sentetik
meş
erozyonu
ve
daha
yüksek
maliyetlerle
ilişkilidir.
Çalışma
kalitesinin,
etki
tahminleri
üzerindeki
etkisini
değerlendirmek
için
sadece
yüksek
kaliteli
çalışmaları
içeren
bir
duyarlılık
analizi
gerçekleştirdi.Bu
analizde
sonuçların
çoğu
benzerdi.Sadece
RKÇ'lerin
bir
meta-analizi
ideal
olsa
da,
RKÇ
lerin
sınırlı
sayıda
olması
herhangi
bir
kesin
sonuca
varmamızı
engelledi.
Çalışmalar
arası
heterojenite
;
kanama,
disparoni,
gastrointestinal
komplikasyonlar,
yara
yeri
enfeksiyonu
ve
doku
yaralanması
için
anlamlı
değildi,
ancak
başarı
ve
nüks
için
anlamlıydı.
Çalışmalarda
başarı
ve
nüks
tanımları
farklı
bir
biçimde
kabul
edilmiştir
ki
bu
da
çalışmalar
arasında
heterojenlige
neden
olmuştur.
Rastgele
etkiler
modeli
kullanılarak
verilerin havuzlanması, heterojenliğin etkisini azaltabilir, ancak onu tamamen ortadan kaldıramaz.
Bazı
limitasyonları
belirtirsek
,ilk
olarak,
başarı
ve
nüksün
primer
sonuçları
her
çalışma
için
tanımlandı
ve
çoğu
çalışma,
farklı
başarı
ve
nüks
tanımları
bildirdi.
Bu
başarı
tanımları,
herhangi
bir
vajinal
bölgede
derece
2'ye
eşit
veya
daha
büyük
prolapsus
olmamasını,
POP
evre
0
veya
1'in
elde
edilmesini,
asemptomatik
olup,
Halfway
sistemine
göre
evre
1'e
eşit
veya
daha
düşük
dereceli
kaf
prolapsusunu,
ICS
derecelendirme
sistemine
göre
evre
2'ye
eşit
veya
daha
azını
veya
vajina
duvarında
evre
II'dekinden
daha
fazla
protuze
olmaması,
hymen
ötesine
sarkmanın
olmaması,
rahatsız
edici
şişlik
semptomlarının
olmaması
ve
12
ay
içinde
nüks
prolapsus
için
tedavi
almaması,
semptomsuz
olması,
vajinal
apeksin
hymenden
vaginal
doku
protuze
olmadan
levator
dokudan
geride
kalması
ve
modifiye
Baden-Walker
sistemine
dayalı
olarak
takip
sırasında
1.
derece
veya
kaf
prolapsusu
olmaması
idi.
.
Tanıma
bağlı
olarak
tedavi
başarısının
ve
nüksünün
büyük
ölçüde
değiştiği
bilinmektedir.Başarı
ve
nüks tanımlarındaki çeşitlilik,karşılaştırma yapmayı zorlaştırmıştır.
İkincisi,
ASC/LSC
veya
SSLF
grupları
sayı
olarak
küçüktü.
Pek
çok
hastanın
;
abdominal
total
histerektomi,
total
vajinal
histerektomi,
ön
kolporafi,
arka
kolporafi,
Burch
kolposüspansiyon,
tension
free
vajinal
tape
,
paravajinal
ve
sistosel
onarımı,
vb.
ek
başka
prosedürleri
de
vardı.
Bu
eşzamanlı
prosedürler
taraflı
bir
sonuç
ya
da
başarı
,
nüks oranı , operasyon süresi ve disparoni gibi sonuçları olumsuz etkileyebilir.
Üçüncüsü,
5
RCT
hariç
dahil
edilen
çalışmaların
çoğu
retrospektifti.
Yetersiz
rastgele
dizi
oluşturma
ve
körleme
tekniği
,
bias
riskini
artırma
eğilimindeydi,
bu
da
sonuçların
doğruluğunu
olumsuz
etkileyebilir
.
Son
olarak,
İngilizce olmayan bir dilde yayınlanan çalışmalar,olası bir yayın yanlılığına yol açabileceği için hariç tutulmuştur.
Çalışmanın
güçlü
yönleri
şöyledir
;
ilk
olarak,
taranan
çalışmaların
çoğunda
yeterli
bir
takip
süresi
mevcuttu.
Yeterli
takip
süresi
yanlılık
riskini
azaltabilir.
Çalışmalar,
başarı
oranının
süre
ile
giderek
düştüğünü
göstermiştir.
Ancak
nükslerin
neredeyse
%95'i
2
yıl
içinde
ortaya
çıkmıştır.
Dahil
edilen
çalışmaların
11'inin
takip
süresi
vardı
.1
yıldan
fazla
ve
9
‘u
2
yıldan
fazla
olan
bu
süreler
sonuçların
doğruluğunu
artırmıştır.
.İkincisi,
çalışmamız
İngilizce
olarak
yayınlanan
tüm
çalışmaları
içermektedir.
Bu
alanda
SSLF
ve
sakrokolpopeksiyi
inceleme
için
yeterli
veri
toplayarak
karşılaştırmak,
en
kapsamlı
ve
güncel
bilgiler
ile
cerrahi
etkinliğin
değerlendirilmesinde
yanlılık
riskini
azaltır.
Çoğu
çalışmada
sakrokolpopeksi
sonrası
kanama
olasılığının
daha
yüksek
olduğu
görülmekte
idi
;
ancak,
nadir
görülen
vakalar
nedeniyle
hiçbir
çalışmada
gruplar
arasında
anlamlı
bir
fark
yoktu.
Kanama
lehine
tüm
çalışmalar
değerlendirldiğinde esas olarak örnek boyutunu artıran ve istatistiksel olarak anlamlı olan ‘SSLF’ lehine idi.
SONUÇ:
Bu
meta
analize
göre;
anatomik
sağlamlık
ve
cinsel
işlev
ön
plana
alınırsa
,ASC;
apikal
prolapsusun
cerrahi
rekonstrüksiyonu için tercih edilebilir.
Meş
erozyonu,
meşin
maliyeti,
operasyon
süresi,
kanama,
yara
yeri
enfeksiyonu,
gastrointestinal
komplikasyonlar
ve
daha
iyi
kozmetik
memnuniyet
faktörleri
göz
önüne
alındığında,
SSLF
daha
iyi
bir
seçenek
olabilir..
LSC
ile
ilgili daha ileri çalışmalarda etkinliğinin ve yan etkilerinin teyit edilmesi beklenmektedir.