Bu Sayımıza Katkılarından Dolayı Teşekkürler
Soyadı Sırasıyla
Dr. Halime Çalı Öztürk
Dr. Engin Çelik
Dr. Hakan Erenel
Dr. İnci Sema Taş
Prof. Dr. ORHAN ÜNAL
Hocam,
öncelikle
söyleşi
talebimizi
kabul
edip
zaman
ayırdığınız
için
TJOD
İstanbul
Şubesi
adına
çok
teşekkür
ederim.
Bize
kendinizi
tanıtıp
eğitim
ve
meslek hayatınızdan bahseder misiniz?
İstanbul
İÜ
Cerrahpaşa
Tıp
Fakültesi’nden
1979
yılında
mezun
olduktan
sonra
aynı
fakültede
Kadın
Hastalıkları
ve
Doğum
ihtisası
yaptım.
Daha
sonra
askerlik
ve
mecburi
hizmetimi
takiben
Zeynep
Kamil
Hastanesi’nde
başasistan
(Uzm.
Dr)
olarak
çalıştım.
Doçentliğimi
bu
hastanede
çalışırken
1990
yılında
aldıktan
sonra
Kartal
Dr.
Lütfi
Kırdar
Eğitim
Araştırma
hastanesine
Kadın
Hastalıkları
ve
Doğum
Klinik
Şefi
olarak
atandım.
23
yıl
gibi
bir
süre
burada
jinekolojik
Onkolojik
Cerrahi
ve
Ürojinekoloji-
Pelvik
rekonstruktif
Cerrahi
ameliyatları
yaptım.
Jinekolojik
Onkoloji
yan
dal
uzmanlığını
aldıktan
sonra
2013
yılında
Sakarya
Üniversitesi
Tıp
Fakültesi
Eğitim
Araştırma
Hastanesi’ne
Profesörlük
ünvanı
ile
atandıktan
sonra
Jinekolojik
Onkolojik
cerrahi
yandal
ihtisas
eğitimi
verdim.
2018
yılında
Sakarya’
dan
ayrıldıktan
sonra
Yeditepe
Üniversitesi
Tıp
Fakültesi
Kadın
Hastalıkları
ve
Doğum
Anabilim
Dalı’nda öğretim üyeliği görevine başladım. Halen meslek hayatım bu konumda devam etmektedir.
Doktor ve Kadın Hastalıkları ve Doğum hekimi olmaya nasıl karar verdiniz?
Çocukluğumda
bir
eczanede
eczacı
kalfası
olarak
yaz
dönemlerinde
çalışırken
doktor
ya
da
eczacı
olmayı
hep
düşünürdüm.
Kadın
hastalıkları
ve
doğum
hekimi
olmaya
karar
verme
nedenlerimden
biri
ise;
staj
yaparken
polikliniklerdeki
rotasyonlar
sırasında
gördüğüm
haliyle
çoğu
hastalığın,
özellikle
dahili
kliniklerde
tam
bir
çözüme
ulaşamamış
olması
idi.
Örneğin
romatizmal
hastalıklara,
kalp
hastalığına,
diabete
yönelik
tedavilerde
kesin sonuçlar alınamıyor, hastalar tekrar tekrar polikliniklere geliyordu.
Oysa
cerrahi
branşlarda
yapılan
ameliyatlarla
tedavi
konusunda
bir
çözüm
üretilebiliyor
kanaatindeydim.
Bu
yüzden
ya
genel
cerrahi
ya
da
kadın
doğum
gibi
iki
büyük
stajdan
etkilendiğim
için
bu
dallardan
birinde
ihtisas
yapmayı
düşünüyordum.
Diğer
taraftan
biraz
stajyer
evhamları
yaşamanın
ötesinde
bir
tip
olduğumdan
olacak
herhalde her stajda öğrendiğim yeni hastalıkları acaba kendimde de var mı diye huzursuzluk duyuyordum.
Örneğin
dahiliye
stajındayken
kalbimi
dinliyor
üfürüm
duyuyorum
diye
kardiyoloji
hocasının
dersinden
sonra
odasına
gidip
beni
muayene
etmesini
sağlıyor,
senin
bir
şeyin
yok
oğlum,
olsa
da
60’ına
kadar
yaşarsın
deyip
beni
kovduğunu
hatırlıyorum.
Nitekim
cerrahide
rektum
kanserinden
şüphe
duydum.
Çünkü
o
stajda
da
kabızlık
ve
gaz
şikayetlerim
giderek
artmıştı.
Ancak
başka
staja
gidince
şikayetlerim
tamamıyla
geçmiş,
duyduğum
endişe
ortadan
kalkmıştı.
Diğer
stajlarda
da
bu
durum
devam
etti.
Ta
ki
kadın
doğum
stajına
kadar.
Orada
kendimi
rahat
hissetmiştim.
En
azından
kadın
hastalığı
bende
olmayacaktı.
Öte
yandan
doğum
olunca
anne
bebeğini
eline
alınca
bir
sonuca
varılmış
oluyor,
hasta
da
sürüncemede
kalmıyordu.
İşte
benim
yapacağım
ihtisas
dalı
bu
olmalıydı
dedim
ve
iki
tercihimden
biri
olan
cerrahi
de
ortadan
kalkınca
kadın
doğum ihtisası yapmaya karar verdim. Öylece karar verip benimsemiş oldum.
Hem
Onkoloji
hem
Ürojinekoloji
Bilim
Dallarında
aktif
olarak
çalışıyorsunuz.
Bu
bilim
dallarının
sizin
açınızdan artıları ve eksilerini asistan ve yeni uzmanlar için değerlendirebilir misiniz?
Eğitim
ve
araştırma
hastanesinde
çalıştığım
1990’lı
yıllarda
kliniğimize
çok
sayıda
kanser
vakaları
gelirdi.
Jinekolojik
Onkolojik
cerrahi
o
tarihlerde
henüz
yan
dal
değildi
ve
bu
tür
ameliyatları
izleyerek,
yardım
alarak
yapabiliyorduk.
Gereği
gibi
cerrahisini
tam
olarak
başarmak
adına
başlangıçta
Cerrahpaşa’daki
hocalarımızdan
yardım
aldım.
Bu
yüzden
değerli
hocam
Prof.
Dr.
Derin
Kösebay’a,
özellikle
minnet
borçluyum.
Allah
rahmet
eylesin.
Bizzat
hastanemize
gelerek
kanser
ameliyatlarında
yardımcı
olarak
radikal
histerektomi,
retroperitoneal lenfadenektomi operasyonlarını geliştirmemi sağlayarak motive ettiler.
Üriner
inkontinans
ameliyatlarını
da
çok
seviyordum
klinik
şefi
olmam
itibarıyla
ürojinekoloji
polikliniği
kurulmasını
sağlayarak
ilgi
duyan
uzmanlarla
hasta
muayene
ve
tedavilerini
sağladık.
Prof
Dr.
Önay
Yalçın
hocadan
çok
etkilenmiştim;
bu
bilim
dalının
gelişip
bugünlere
gelmesinde
çok
büyük
emeği
var
hocamızın.
Gerek
derneğimizin
kurulmasında
gerekse
çatısını
oluşturduğu
ürojinekoloji
kliniğine
büyük
emeği
olmuş,
bugün
dışarıdan
gelip
eğitim
alan
birçok
doktor
arkadaşlarımızın
yetişmesine
vesile
olmuştur.
Kendisini
hocalığımı
yaparken
daima
örnek
almışımdır.
Bir
eğitici
olarak
asistan
ve
yeni
uzman
arkadaşlarımın
da
meraklı ve devamlı kendini geliştirme arzusunda olması gerektiğine inanıyorum.
Gerek
jinekolojik
onkoloji
gerekse
ürojinekoloji
alanlarında,
yan
dal
statüsünde
spesifik
ameliyatların
yapılması
nedeniyle
hastaların
tedavi
başarısında
önemli
katkı
sağlandığından
hekim
için
de
meslek
hayatında
kendisine
özgüveni
arttırıcı
pozitif
bir
etkisi
olduğu
kanaatindeyim.
Komplikasyonlarla
baş
etmenin
yollarını
ve
olmaması
için
ne
yapmak
gerektiğini
öğreniyorsunuz.
Olay
sadece
ameliyat
değil,
bu
hastaların
takip
ve
konservatif
tedavileri
de
işin
içinde
önemli
bir
kısmı
oluşturmaktadır.
Edinilen
tecrübe
yıllar
içinde
sağlanmıştır.
Bunun
en
iyi
örneği
olarak
stres
üriner
inkontinansın
tedavi
aşamalarına
yıllar
içinde
bakmak
suretiyle
anlayabiliriz.
Kelly
plikasyonları
ile
başlayan
sürece
80-90
lı
yıllarda
Marshall
Marchetti
Krantz,
Burch,
Sling
operasyonları,
2000’li
yıllarda
TVT,
TOT,
Minislingler
girerek
son
yapılan
girişim,
geride
kalanların
çoğunu
tabii
ki
endikasyonlarına
göre
terk
etmek
zorunda
bırakmıştır.
Aynı
durum
jinekolojik
onkolojik
ameliyatlarında
kemoterapi tedavilerinde de görmekteyiz. Bunlar yan daldaki çalışmaların gelişme konusunda artıları olmuştur.
Ancak
tabidir
ki
bu
denli
spesifikleşme,
klinisyen
için
obstetriden
ve
infertilite/endokrinden
uzaklaşmayı
gündeme
getirir
ki
bu
durum
negatif
durum
gibi
gözükse
de
herkesin
her
konuda
mükemmel
olması
mümkün
değildir.
Zaten
sadece
yan
dalda
hasta
alındığında
bile
her
şeyi
en
mükemmel
tarzda
yapmak
her
zaman
kolay
değildir.
O
yüzden
bu
duruma
negatif
getiri
olarak
bakmamak
lazım
aksine
sadece
bir
konu
üzerinde
çalışmanın bilimsel ve mesleki getirisi daha olumlu olur.
Aynı
zamanda
yaptığınız
işi
çok
sevmeli,
her
ne
yapıyorsanız
onu
seviyorsanız
sizin
için
yorucu
ve
sıkıcı
yanı
ortadan
kalkar.
Hatta
o
gün
ameliyat
olmazsa
veya
iptal
oldu
ise
bu
bile
sizi
üzebilir.
Sonuçta
mutlaka
gelişim
içinde
olmak
ileri
yaşta
bile
sizi
genç
ve
dinç
tutar
(kendi
fikrim).
Nerede
yenilik
varsa
izleyin
ona
mutlaka
ulaşmaya
çalışın.
Zaten
bizim
zamanımızdaki
gibi
hastaneler
arasında
yol
kat
etmenize
de
gerek
kalmadı.
Kitap,
cerrahi
eğitim
için
resimli
cerrahi
atlaslara
çoğu
zaman
başvurmuyoruz.
İnternete
girince
ameliyat
tekniklerine,
basılı
kitaplara
hatta
geçmiş
kongre
sunumlarına,
online
toplantılara
ulaşılabiliyor.
Slaytları
elimizle
hazırladığımız,
daktilo
ile
tezlerimizi,
yayınları
yazdığımız
günlere
bakınca
yeni
neslin
ne
kadar
avantajlı olduğunuzu görüyorum.
Hekimlik hayatınızda geriye dönseniz değiştirmek isteyeceğiniz şeyler var mı?
Aslında
geriye
baktığımda
her
şeyi
zamanında
ve
bir
plan
dahilinde
yaptığımı
görüyorum
ve
değiştirmek
istediğim
fazla
bir
şeyler
de
bulamıyorum.
Ancak
yurtdışında
örneğin
Amerika’da
ilgi
duyduğum
alanda
spesifiye olmuş bir klinikte uzmanlık sonrası bir süreliğine de olsa bulunmak çalışmak isterdim.
Meslek yaşantınızda başınıza gelen ve sizi etkileyen anılarınızdan örnek verebilir misiniz?
1990
lı
yıllarda
Dr.
Lütfi
Kırdar
Eğitim
Araştırma
Hastanesi’nde
Genel
Cerrahide
ameliyat
olan
bir
hasta
için
konsültasyona
çağrılmıştım.
Cerrahinin
hocası
batında
kitle
olarak
açtığı
hastada
sigmoid
üzerindeki
tümoral
kitle
nedeniyle
uzunca
bir
barsak
segmentini
çıkarmış
overdeki
tümoral
kitle
için
de
benim
dahil
olmamı
istemişti.
Ben
histerektomi
ve
bilateral
salpingo-ooferektomisini
yapmıştım.
Orijini
tam
olarak
belli
olmadığından
over
ca
gibi
kabul
edip
pelvik-paraaortik
lenfadenektomisini
de
yaptım.
Üreterdeki
tutulumu
için
de
üroloji
çağrıldı.
Üreterin
alt
bölümü
çıkarılıp
uretero-neosistostomisi
ve
kolostomisi
yapıldı.
Cerrahinin
şefi
hocamız
ameliyat
sırasında
bize
dönüp
‘’ne
güzel
bir
dayanışma,
multidisipliner
bir
hastanede
bu
ameliyatı
yapmak
tümörün
tam
olarak
çıkarılması
bana
keyif
veriyor
mutlu
ediyor’’
dedi.
Biz
de
operasyonu
komplikasyonsuz yapmanın keyfi içerisinde ameliyathaneden ayrıldık.
Yaklaşık
10
gün
sonra
cerrahi
hocası
beni
telefonla
arayarak
‘Geçen
girdiğimiz
multidisipliner
operasyonun
patoloji
sonucu
ne
çıktı
biliyor
musun?’
dedi.
Ben
de
merak
ve
heyecanla
orijinini
merak
ederek
sordum.
Yapılan
lenf
bezi
biyopsilerinin
patolojik
incelemesine
göre
metastaz
düşünülmüş
ve
gastro
intestinal
sistemin
araştırılması
diye
not
düşülmüş
dedi.
Meğerse
ameliyathane
personeli
(o
zaman
patolojiye
gönderme
işinde
biz
asistanı,
asistan
da
personeli
görevlendirirdi)
sadece
benim
çıkardığım
lenf
bezlerini
patolojiye
yollamış.
Diğerlerini
bir
torbaya
koyup
lüzumsuz
!
bularak
çöpe
atmış.
Böylece
koca
barsak
segmenti
atıldığından
patolojinin
sadece
lenf
bezine
bakarak
orijini
belli
olmayan
metastatik
adenokanser
tanısı
konduğu
hasta,
medikal
onkolojiye
gönderildi.
Ben
de
herhalde
hasta
veya
sahipleri
bizden
şikayetçi
olmuşlardır
diye
en
azından
idareden
yazı
bekledim.
Aradan
4
yıl
geçmişti.
Onkoloji
polikliniğinden
geçerken
bir
kadın
‘Dr.
Orhan
Bey’
diye
arkamdan
seslendi.
Dönüp
baktığımda
zayıf
ufak
tefek
bir
kadının
oturduğu
bankodan
bana
‘Hocam
beni
tanıdınız
mı?’
diye
seslendiğini
işittim.
‘Tanıyamadım
kusura
bakmayın.’
dedim.
‘Ben
hani
yıllar
önce
ameliyatta
organları
çöpe
atılan
hastayım’
dedi.
Ben
o
anda
donup
kaldım
kadıncağız
kemoterapiler
sonrası
kontrollere
geliyormuş.
Hala
yaşadığını
görünce
çok
sevindim
ama
durumunu
soramadım
şaşırmıştım
ne
diyeceğimi
bilemedim
kendisini
görmekten
çok
mutlu
olduğumu
söylemekle
yetindim.
Bu
olaydan
sonra
hiçbir
ameliyatımda
asistan
veya
kendim
tarafından
patolojiye
piyes
gönderilmesinden
ve
patoloji
gönderi
kağıdının
doldurulduğundan emin olmadıkça ameliyathaneyi terk etmedim.
Sizin
müzik
yeteneğiniz
ve
harika
bir
sesiniz
olduğunu
ve
bazı
kongrelerde
sahnede
performans
sergilendiğinizi biliyoruz. Bundan biraz bahsedebilir misiniz?
İltifatınız
için
teşekkür
ederim.
Yetenek
dersek
1976
yılında
şimdi
TV
programlarında
izlediğimiz
‘’Yetenek
Sizsiniz’’
isimli
yarışma
programının
bir
benzeri
Öztürk
Serengil’in
sunuculuğunu
yaptığı,
Toto
Karaca,
Altan
Erbulak,
Cevat
Kurtuluş
gibi
komedyen
sanatcıların
Nurhan
Damcıoğlu,
Huysuz
Virjin
gibi
kantocuların
ve
adları
her
programda
değişen
komedyen
tiyatrocuların
olduğu
zengin
bir
jüri
kadrosuna
sahip
‘’Gülünüz
Güldürünüz’’
isimli
o
zaman
tek
kanal
olan
TRT
deki
TV
programına
katılmayı
benim
adıma
sınıf
arkadaşlarım,
haberim
olmadan
yaptıkları
başvuru
ile
bu
yarışmaya
katılmamı
sağlayarak
22
yaşında
stajyer
bir
öğrenci
iken müzik ve gösteri performansıma başlamış olduğumu anımsıyorum.
Sonrasında
fakülte
yıllarında
her
14
mart
Tıp
balosunda,
kongre
gala
yemeklerinde,
kutlamalarda
aranılan
bir
ses
sanatçısı
takdimci
ve
stand-upçı
olmuştum.
Kongre
boyunca
yapılan
sunumların
eğlenceli
kısmını
hocaların
taklitleri
ile
değiştirip
sunuyor
ve
güldürüyordum.
Tabi
ki
zamanın
siyasi
liderlerinin
taklitlerini
hoşgörüleri
ile,
daha
öğrenci
iken,
yarışma
sırasında
tanışma
imkanı
bulduğum
değerli
tiyatrocu
Toto
Karaca
tarafından
jübilesine
davet
edildiğim
spor
sergi
sarayında
seyirci
karşısında
yapmıştım.
Yine
en
büyük
kongremizi
gerçekleştiren
TJOD
(Türkiye
jinekoloji
ve
Obstetri
Kongresi)
da
2017
yılında
gala
gecesi
için
düzenlenen
ve
sesi
güzel
yetenekli
hocalarımızın
yarışmacı
olarak
katıldığı
‘’Bu
Ses
Jinekoloji’’
yarışmasında
yine
hocalarımızdan
oluşturulan
jüri
tarafından
birinci
(Şampiyon!)
seçildim.
Hala
yine
bazı
yemekli
toplantılarımızda
bu
tür
sesli
faaliyetlerimi
değerli
arkadaşlarım
arzu
ettiklerinde
(etmelerini
de
içimden
istediğimi
söyleyebilirim)
şarkı
söylemeye
devam
etmekteyim.
İnsanları
gülerken
görmek
ve
eğlendiklerini
hissetmek beni de mutlu ediyor ve kendim için de pozitif enerji oluyor diye düşünüyorum.
Bunun dışında başka özel ilgi alanlarınız ve hobileriniz var mı? Emeklilik planlarınız nelerdir?
Tenis
oynamayı
çok
seviyorum.
Ama
Sakarya
Üniversitesi’nde
çalışmaya
başladıktan
sonra
uzun
süre
tenise
gereken
zamanı
ayıramadığımdan
dolayı
eski
performansım
yok.
Ancak
seyretmeyi
de
seviyorum.
Türk
sanat
müziğine
olan
düşkünlüğüm
nedeniyle
hastanemizde
kurduğumuz
koro
ile
çalışmalar
yapıyoruz.
Bu
arada
ülkemizde
büyük
kayıplar
vermemize
neden
olan
gerek
Covid-19
pandemisi
ve
gerekse
de
Kahramanmaraş
depremi nedeniyle koro çalışmalarına iki defa ara vermek zorunda kaldık.
Özet:
Serklaj,
servikal
yetmezlik
tedavisinin
temelidir.
Transabdominal
serklaj
(TAC),
transvajinal
serklaja
göre
avantajlara
sahip
olmakla
beraber,
transabdominal
serklaj
artmış
morbidite
ve
sezaryen
doğum
ihtiyacı
ile
ilişkilidir.
Bu
yazıda
transabdominal
serklajın
yararları
ve
riskleri
hakkındaki
mevcut
literatürü
gözden
geçiriyoruz ve mevcut çalışmalardan öneriler sunuyoruz.
Aşağıdakiler Maternal-Fetal Tıp Derneği’nin (SMFM) tavsiyeleridir:
1
.
Transabdominal
serklajın
daha
önce
transvajinal
serklaj
uygulanmış
(öyküye
veya
ultrason
muayenesine
dayalı)
ve
ardından
28.
gebelik
haftasından
önce
tekiz
doğum
yapmış
hastalara
önerilmesini
tavsiye
ediyoruz. (GRADE 1B)
2
.
Transabdominal
serklaj
adayı
olabilecek
ve
transabdominal
serklajlı
hastalara
danışmanlık
vermek
üzere
perinatoloji konsültasyonu istenmesini öneriyoruz. (İyi Klinik Uygulamalar)
3
.
Hem
laparoskopik
hem
de
açık
transabdominal
serklajın
kabul
edilebilir
olduğunu
ve
yaklaşım
kararının
gebelik
yaşına,
teknik
uygunluğa,
mevcut
kaynaklara
ve
uzmana
bağlı
olabileceğini
belirtiyoruz
(GRADE
2B);
4
.
Transabdominal
serklaj
gebelik
öncesi
ya
da
ilk
trimesterde
benzer
fetal
sonuçlarla
yapılabilir.
Transabdominal
serklaj
endikasyonu
olan
bir
hasta
ilk
trimesterden
sonra
başvurursa,
işlem
22.
haftadan
önceye kadar yapılabilir. (GRADE 2C);
5
.
Transabdominal
serklajlı
hastalarda
rutin
transvajinal
servikal
uzunluk
taraması
yapılmasını
önermiyoruz.
(GRADE 1C);
6
.
Transabdominal
serklajlı
gebeler
de
dahil
olmak
üzere,
tekrarlayan
spontan
preterm
doğum
riski
taşıyan
hastalar
için,
ortak
karar
ile
destek
progesteron
tedavisi
için
risk/fayda
tartışması
yapılmasını
öneriyoruz;
(GRADE 2C)
7
.
Gebelik
kaybının,
gebelik
yaşına
ve
mevcut
kaynaklara
göre,
transabdominal
serklajlı
iken
dilatasyon-
küretaj
veya
tahliye
ya
da
transabdominal
serklajın
laparoskopik
olarak
çıkarılmasından
sonra
olağan
obstetrik yaklaşımla yönetilmesini öneriyoruz. (GRADE 2C)
8
.
Transabdominal
serklajı
olan
hastalarda
37
0/7
ile
39
0/7
hafta
arasında
sezaryen
doğumu
öneriyoruz.
(GRADE 2C)
GİRİŞ
Preterm
doğum,
neonatal
morbidite
ve
mortalitenin
önde
gelen
nedenlerinden
biridir.
Servikal
yetmezlik,
sıklıkla
serviksin
gebeliği
sürdürme
başarısızlığı
olarak
tanımlanır
ve
erken
doğumun
önemli
bir
sebebidir.
Servikal
yetmezlik,
gebeliklerin
%0,05
ila
%1'ini
komplike
eder
ve
tipik
olarak
ikinci
trimesterin
ortasında,
erken
doğuma
yol
açan
ağrısız
servikal
dilatasyon
ile
karakterizedir.
Servikal
yetmezliğin
fizyolojisi
tam
olarak
anlaşılamamıştır.
Servikal
yetmezlik
için
doğuştan
risk
faktörü
olabilecek
durumlar;
Müllerian
anomaliler
ve
Ehlers-Danlos
Sendromu
gibi
anormal
kollajen
hastalıklarıdır.
Ek
olarak,
bazı
kazanılmış
risk
faktörleri;
servikal
travma, uzamış ikinci evre, tekrarlanan mekanik dilatasyon ve LEEP veya soğuk konizasyon prosedürleridir.
Transabdominal Seklaj: Maternal Fetal Tıp Derneği Konsültasyon Serisi #65
Society for Maternal-Fetal Medicine (SMFM), Temming L, Mikhail E, SMFM
Publications Committee, Society for Maternal-Fetal Medicine Consult Series #65: Transabdominal cerclage,
American Journal of Obstetrics and Gynecology (2023), doi:
Özetleyen: Dr. Hakan Erenel
Link: https://doi.org/10.1016/j.ajog.2023.02.018
Servikal
yetmezlik
tanısı,
doğum
eylemi
veya
dekolman
olmaksızın
ağrısız
servikal
dilatasyondan
sonra
bir
veya
daha
fazla
ikinci
trimester
kayıp
öyküsüne
dayanır.
Serklaj,
servikal
yetmezlik
tedavisinin
temelidir.
34
haftadan
önce
erken
doğum
öyküsü
olan
ve
servikal
uzunluğu
<25
mm
olan
hastalarda
ve
24
haftadan
önce
ilerlemiş
servikal
dilatasyonu
olan
hastalarda
faydalı
olduğuna
dair
kanıtlar
mevcuttur.
Erken
doğum
öyküsü
olmayan
ve
ikinci
trimesterde
kısa
servikse
sahip
olduğu
saptanan
hastalarda
serklajın
faydası
daha
az
belirgindir;
yakın
tarihli
bir
meta-analiz,
erken
doğum
öyküsü
olmayan
ve
<25
mm
transvajinal
servikal
uzunluğu
olan
hastalarda
serklajın
hiçbir
yararı
olmadığını
göstermiştir.
Ancak,
aynı
meta-analizde
bazı
hasta
alt
gruplarında
faydalı
olabileceği
belirtilmiştir:
transvajinal
servikal
uzunluğu
<10
mm
olanlar,
serklaja
ek
tokoliz
tedavisi
alanlar
ve
serklaja ek antibiyotik tedavisi alanlar.
Serklaj
tipik
olarak
vajinal
yaklaşımla
yapılır.
En
yaygın
kullanılan
teknikler,
McDonald
ve
Shirodkar
yöntemlerinin
modifikasyonlarıdır.
McDonald
serklaj,
servikovajinal
bileşkeye
emilemeyen
bir
sütür
yerleştirilmesinden
oluşurken,
Shirodkar
tekniği,
mümkün
olduğunca
servikal
internal
osa
yakın
emilemeyen
bir
sütür
yerleştirmek
için
vezikoservikal
mukozanın
diseksiyonunu
tanımlar.
Çalışmalar,
preterm
doğum
önleme
etkinliği
açısından
bir
tekniğin
veya
sütür
tipinin
diğerine
göre
avantajlarını
açıkça
göstermemektedir.
Yakın
tarihli
bir
meta-analizde,
serklajın
daha
kolay
yerleştirilebilmesi
ve
daha
kolay
çıkarılabilmesi
nedeniyle
McDonald
yönteminin
Shirodkar
yöntemine tercih edilmesi önerilmiştir. Serklaj tipik olarak gebelik boyunca üç ana endikasyon için uygulanır:
1
.
Doğum eylemi veya dekolman olmadan en az bir kez ikinci trimester kaybı öyküsü,
2
.
Ağrısız servikal dilatasyon,
3
.
34 haftadan önce erken doğum öyküsü ve transvajinal servikal uzunluk <25 mm.
Serklaj
transabdominal
olarak
da
yapılabilir.
Benson
ve
Durfee
bu
tekniği
ilk
olarak
1965'te
tanımladılar.
Transabdominal
serklaj
(TAC)
yapmanın
bazı
avantajları
vardır.
Abdominal
yaklaşım
kullanılarak,
servikse
daha
fazla
yapısal
destek
sağlayan
serviko-istmik
bileşkeye
serklaj
yerleştirilebilir.
Ek
olarak,
transabdominal
serklaj
vajinada
yabancı
cisim
varlığını
önler,
bu
da
erken
membran
rüptürü
veya
intraamniyotik
enfeksiyon
riskini
azaltabilir.
Ancak,
transabdominal
serklaj,
abdominal
erişim
ve
diseksiyon
nedeniyle
potansiyel
olarak
artan
kanama
riskleri
içerdiğinden,
transvajinal
serklajdan
daha
morbid
ve
komplike
bir
cerrahidir.
Ek
olarak,
transabdominal
serklaj
yerleştirmek
sezaryen
doğumu
gerektirerek
hastayı
başka
bir
batın
cerrahisine
mecbur
bırakır.
Transabdominal serklaj (TAC) için endikasyonlar nelerdir?
Transabdominal
serklaj
hem
yerleştirme
morbiditesi
hem
de
sezaryen
doğum
ihtiyacı
ile
ilişkili
olduğundan,
servikal
yetmezliği
olan
hastalara
ilk
seçenek
olarak
önerilmez.
Bunun
yerine,
tipik
olarak,
transvajinal
serklajın
yerleştirilmesinin
anatomik
nedenlerle
zor
olacağı
düşünülen
hastalara
veya
önceki
gebeliklerinde
başarısız
vajinal serklaj öyküsü olan hastalara önerilir.
Transabdominal
serklajın
anatomik
nedenlerle
önerilebileceği
birkaç
durum
vardır.
Bunlar
arasında,
tekrarlayan
LEEP
prosedürleri
veya
trakelektomi
nedenleriyle
transvajinal
serklaj
için
yeterli
serviksi
olmayan
hastalar
ve
doğuştan aşırı kısa serviksi olan hastalar yer alır.
Daha
yaygın
olarak,
transvajinal
serklajın
başarısız
olduğu
hastalarda
transabdominal
serklaj
uygulanır.
Transvajinal
serklaj
başarısızlığı,
transvajinal
serklaja
rağmen
ikinci
trimester
doğumu
olarak
tanımlanmıştır.
Ek
olarak,
retrospektif
bir
çalışmada,
transvajinal
serklaj
uygulanmışken
33-34
haftadan
önce
doğum
yapmış
hastalarda
transabdominal
serklajın
transvajinal
serklaja
kıyasla
tekrarlayan
preterm
doğum
riskini
azalttığı
gösterilmiştir.
Erken
doğumun
önlenmesinde
transabdominal
serklajın
kullanışlılığı,
randomize
kontrollü
bir
çalışma
olan
Multicentre
Abdominal
vs.
Vaginal
Randomized
intervention
of
Cerclage
(MAVRIC)
çalışmasında
değerlendirilmiştir.
MAVRIC
çalışmasında,
transabdominal
serklaj,
yüksek
vajinal
serklaj
ve
alçak
vajinal
serklaj
daha
önce
düşük
yapmış
veya
14-28
haftada
doğum
yapmış
ve
doğum
sırasında
transvajinal
serklajı
bulunan
hastalar
üzerinde
karşılaştırılmıştır.
Önceki
erken
doğumu
vajinal
muayene
ile
endikasyon
verilmiş
serklaj
sonrası
olmuş
olan
vakalar
dışlanmıştır.
Transabdominal
serklaj
uygulanan
hastalarda
32
hafta
öncesi
doğum
oranı
transvajinal serklaj uygulanan gruba göre anlamlı olarak daha düşük saptanmıştır (%8’e karşılık %33 ve %38). Bu
çalışmanın
sonuçlarına
göre,
daha
önce
transvajinal
serklaj
uygulanmış
(hikaye
veya
ultrason
ile
endikasyon
verilmiş)
ve
ardından
28.
gebelik
haftasından
önce
tekiz
doğum
yapmış
hastalara
transabdominal
serklaj
seçeneği sunulmasını öneriyoruz. (GRADE 1B).
Transabdominal serklajda perinatoloji uzmanlarının rolü nedir?
Perinatoloji
uzmanları,
transabdominal
serklaj
için
uygun
hastaların
belirlenmesinde
ve
hastalara
danışmanlık
verilmesinde
rol
almalıdır.
Transabdominal
serklaj
için
uygun
adaylar,
transvajinal
serklajın
başarısız
olduğu
gebelikten
sonra
belirlenir.
Hastalar
ayrıca
servikal
yetmezlik
öyküsüne
ve
transvajinal
serklaj
başarısızlığına
veya
transvajinal
serklajı
olanaksız
kılan
anatomik
faktörlere
dayalı
olarak
gebeliğin
erken
döneminde
seçilebilir.
Perinatoloji
uzmanları,
transabdominal
serklajın
riskleri
ve
yararları,
transabdominal
serklajın
yerleştirilme
zamanlaması
ve
transabdominal
serklaj
sonrası
gebeliğin
yönetimi
konusunda
danışmanlık
vermektedir.
Perinatoloji
uzmanları
operasyona
dahil
olabileceği
gibi
deneyim
düzeyine
ve
lokal
faktörlere
bağlı
olarak
başka
cerrahlara
refere
edebilir.
Transabdominal
serklaj
adayı
olabilecek
ve
transabdominal
serklajlı
hastalara
danışmanlık vermek üzere perinatoloji konsültasyonu istenmesini öneriyoruz. (İyi Klinik Uygulamalar)
Transabdominal serklaj nasıl yerleştirilir?
Transabdominal
serklaj
yerleştirme
tekniği
ilk
olarak
1965
yılında
Benson
ve
Dupree
tarafından
açık
prosedür
olarak
tanımlanmıştır.
Transabdominal
serklaj
tipik
olarak
spinal
veya
rejyonel
anestezi
altında
Pfannenstiel
insizyon
ile
yapılır.
Uterus
eksternalize
edilir
ve
uterin
damarlar
bilateral
palpe
edilir.
Daha
sonra
uterin
damarlar
lateralize
edilerek
uterus
ile
broad
ligaman
arasında
internal
os
seviyesinde
avasküler
bir
boşluk
oluşturulur.
Genellikle
emilemeyen
kalın
örgülü
5
mm'lik
bir
sütür,
right-angle
klemp
kullanılarak
bu
boşluktan
geçirilir.
Sütür
önden
veya
arkadan
bağlanır.
Transabdominal
serklaj
sonrasında
tokolizin
yararına
dair
net
bir
kanıt
yoktur.
Açık
transabdominal
serklaj
yerleştirme
işlemi
iki
kez
laparotomi
gerektirir:
biri
serklaj
yerleştirme
sırasında
diğeri
ise
sezaryen
doğum
sırasında.
Açık
transabdominal
serklajın
riskleri
diğer
açık
prosedürlere
benzer
ve
aşağıda
daha
ayrıntılı olarak anlatılmıştır. Hastaneye yatış ve iyileşme süresi de diğer açık işlemlerle benzerdir.
Son
10-15
yılda,
transabdominal
serklaj
için
minimal
invaziv
cerrahi
yaklaşım
geliştirilmiştir
ve
kullanılabilirliği
ile
popülaritesi
giderek
artmaktadır.
Transabdominal
serklajın
yerleştirilmesinde
geleneksel
laparoskopi,
robotik
cerrahi
ve
tek
insizyon
laparoskopinin
kullanımı
tanımlanmıştır.
Laparoskopik
transabdominal
serklaj
için
birçok
farklı
teknik
rapor
edilmiştir;
çoğu
3
portlu
laparoskopik
yaklaşımdır,
ancak
4.
suprapubik
asistan
portu
da
kullanılabilir.
Diğer
kullanılan
malzemeler;
emilmeyen
kalın
örgülü
5
mm
sütür,
düzleştirilmiş
iğne
ve
uterus
manipülatörüdür.
Genellikle
uterovezikal
ve
paravezikal
boşluklar
disseke
edilerek
broad
ligaman
üzerinde
sütürün
geçebileceği
bir
pencere
açılır;
düğüm
önden
veya
arkadan
bağlanarak
yerleştirilir.
Prosedürün
tam
uygulanışı
bu
yazının
kapsamı
dışındadır,
ancak
okuyucuları
bir
video
sunumu
da
içeren
Zhao
ve
arkadaşlarının
referansına
yönlendiriyoruz.
Laparoskopik
transabdominal
serklaj
yerleştirme
sonrasında
tokolitik
tedavinin
net
bir
kanıtı yoktur.
Ek
olarak,
yakın
zamanda
tanımlanmış
modifiye
laparoskopik
transabdominal
serklaj
ile
termde
emilmeyen
sütürün
vajinadan
çıkarılmasına
olanak
sağlanır,
böylece
normal
spontan
vajinal
doğuma
engel
olmaz.
Bu
tekniği
kullanarak,
26
gebenin
olduğu
bir
seride
%100
neonatal
sağ
kalım
oranı,
%81,5
term
doğum
ve
21
gebelikte
vajinal
doğum
ile
olumlu
obstetrik
sonuçlar
elde
edilmiştir.
Vajinal
doğumun
hastalar
için
potansiyel
faydaları
olmasına
rağmen,
sezaryen
doğum
sırasında
sonraki
gebelikler
açısından
transabdominal
serklajın
yerinde
bırakılmasının
böylece
tek
bir
transabdominal
serklaj
kullanmanın
da
değeri
vardır.
Gelecekteki
çalışmalar,
transabdominal serklajın vajinal çıkarılmasını prospektif olarak ve maliyet-etkinlik açısından değerlendirmelidir.
Birkaç
çalışma,
transabdominal
serklajın
açık
yapılmasına
kıyasla
laparoskopik
yapılmasının
avantajlarının
olup
olmadığı
değerlendirilmiştir.
Smith
ve
arkadaşları
ile
Kim
ve
arkadaşları
transabdominal
serklaj
yerleştirilmesi
için
laparoskopik
ve
açık
yöntemleri
karşılaştırmışlardır.
Sonucunda,
laparoskopik
cerrahinin
görüntü
kalitesinin
artması
ve
damar
yaralanma
riskinin
azalması
sonucunda
daha
az
kan
kaybı
riski
ile
ilişkili
olduğunu
bulmuşlardır.
Ayrıca,
laparoskopinin
daha
uzun
ameliyat
süresi
ile
ilişkili
olmasına
rağmen,
hasta
için
daha
kısa
hastanede
kalış
süresi
ve
günlük
aktivitesine
daha
hızlı
dönüş
sağladığını
göstermişlerdir.
Aksine,
daha
geniş
bir
sistematik
derlemede,
Burger
ve
arkadaşları
laparoskopik
ile
açık
transabdominal
serklajı
karşılaştırdığında
kan
kaybı,
ameliyat
süresi
veya
hastanede
kalış
süresi
açısından
fark
bulamamıştır.
Hulshoff
ve
arkadaşları
tarafından
yapılan
daha
yeni
bir
sistematik
derlemede
ise,
laparoskopik
transabdominal
serklajın
açık
transabdominal
serklaja
kıyasla
daha
az
kan
kaybı
ve
daha
kısa
hastanede
kalış
süresi,
ancak
daha
uzun
operasyon
süresi
ile
ilişkili
olduğu
bulunmuştur.
Laparoskopik
veya
açık
bir
şekilde
yapılan
transabdominal
serklaj
sonrasında gebelik ve düşük oranları benzer orandadır.
Hem
laparoskopik
hem
de
açık
transabdominal
serklaj
yerleşiminde
birçok
komplikasyon
tanımlanmıştır.
Hem
açık
hem
de
laparoskopik
prosedürlerde
pelvik
enfeksiyon,
barsak
yaralanması,
mesane
yaralanması,
uterin
damarların
laserasyonu
ve
serklajın
yetersiz
sıkılması
bildirilmiş
komplikasyonlardır.
Açık
cerrahide,
tek
cerrah
tarafından
yapılan
300
olguluk
bir
seride
%3,7,
sistematik
derlemede
ise
%1,2
oranında
komplikasyon
görülmüştür.
Laparoskopik
cerrahide
daha
önce
belirtilen
komplikasyonlara
ek
olarak
uterus
manipülatörü
ile
uterus
perforasyonu
bildirilmiştir.
Laparoskopik
transabdominal
serklaj
yerleştirilmesinin
komplikasyon
oranları
%0,7-%4,5
arasında
değişmektedir.
Laparoskopik
ve
açık
transabdominal
serklaj
prosedürleri
doğrudan
karşılaştırıldığında
komplikasyon
oranları
benzerdir.
Hem
laparoskopik
hem
de
açık
transabdominal
serklajda,
serklajın
yerleştirilmesinden
sonra
ortaya
çıkan
birkaç
nadir
komplikasyon
olgusu
vardır;
spontan
uterin
rüptür,
miad doğumda uterin rüptür ve sezaryen doğum sırasında uterin dehisens.
Özetle,
hem
laparoskopik
hem
de
açık
transabdominal
serklaj
kabul
edilebilir
yaklaşımlardır;
hem
laparoskopik
hem
de
açık
prosedürlerin
komplikasyon
oranları
nadirdir
ve
benzerdir.
Laparoskopik
transabdominal
serklajın
yararını
düşündüren
bazı
tutarsız
kanıtlar
olmasına
rağmen,
iki
yaklaşım
henüz
prospektif
bir
çalışma
ile
karşılaştırılmamıştır.
Optimal
yaklaşım
sorusunu
cevaplamak
için
büyük
bir
randomize
kontrollü
çalışmaya
ihtiyaç
vardır.
Hem
laparoskopik
hem
de
açık
transabdominal
serklajın
kabul
edilebilir
olduğunu
ve
yaklaşım
kararının
gebelik yaşına, teknik uygunluğa, mevcut kaynaklara ve deneyime bağlı olabileceğini belirtiyoruz (GRADE 2B).
Transabdominal serklaj için ideal zaman nedir?
Transabdominal
serklaj
gebelikten
önce
veya
gebeliğin
erken
döneminde
yerleştirilebilir.
Gebelik
öncesi,
interval
transabdominal
serklaj
atılmasının
bazı
avantajları
vardır.
Öncelikle
uterus
daha
küçüktür,
bu
da
serviko-istmik
bileşkeye
erişimi
kolaylaştırır.
Ek
olarak,
anestezi
ve
kan
kaybıyla
ilgili
cerrahi
risklerin,
interval
transabdominal
serklaj
yapıldığında
gebeliği
etkileme
olasılığı
yoktur.
Bununla
birlikte,
kimi
zaman
transabdominal
serklaj
endikasyonları
zaten
gebeyken
ortaya
çıkabileceği
için,
gebelik
öncesi
transabdominal
serklaj
yerleştirmek
mümkün değildir.
Yakın
zamanda
yapılan
bir
sistematik
derlemede,
gebe
kalmadan
önce
daha
fazla
laparoskopik
transabdominal
serklaj
yapıldığı
(%71,1
gebelik
öncesi
ve
%28,9
gebelik
sonrası),
açık
transabdominal
serklajların
gebelik
sonrası
yapıldığı
(%18,6
gebelik
öncesi
ve
%81,4
gebelik
sonrası)
gösterilmiştir.
Bu
bulgular,
gebe
kalma
sonrası
açık
transabdominal
serklaj
tercihini
göstermektedir,
bu
durum
muhtemelen
gebelikteki
uterusa
daha
kolay
transabdominal
serklaj
yerleştirme
ile
ilişkilidir.
Tulundi
ve
arkadaşları
678
serklaj
vakasını
bir
meta-analizde
değerlendirmiştir,
serideki
serklajların
bazıları
gebelik
öncesi
bazıları
gebelik
sürecinde
yerleştirilmiştir.
Gebelik
öncesi
ve
sonrası
serklaj
arasında
canlı
doğum
oranlarının
benzer
olduğunu
bulmuşlardır.
Gebelik
sonrası
serklaj
gruplarında
artan
komplikasyon
oranlarına
dair
bazı
kanıtlar
izlenmiştir,
ancak
bu
muhtemelen
gebelik
sonrası
neredeyse
tamamen
laparotominin
kullanılmasına
bağlanabilir.
Benzer
şekilde
Dawood
ve
arkadaşları
59
gebelik
öncesi
açık
transabdominal
serklajı
gebelik
sonrası
62
açık
transabdominal
serklaj
ile
karşılaştırmış
ve
genel
neonatal
sağ
kalım
oranının
benzer
olduğunu
bulmuşlardır.
Bununla
birlikte,
gebelik
öncesi
serklaj
yerleştirilen
gruptaki
hastaların
34
haftadan
sonra
doğum
yapma
olasılığı
daha
yüksek
görülmüştür.
Ayrıca
gebelik
öncesi
serklaj
yerleştirilen
grupta
erken
doğum
riski
daha
düşük
bulunmuştur.
Gebelikte
serklaj
yerleştirilen
grupta
ise
kan kaybı >500 cc olmak üzere cerrahi komplikasyonlarda artış izlenmiştir.
Transabdominal
serklaja
ihtiyaç
duyan
bir
hasta
gebelik
sürecinde
ise
en
iyi
yaklaşım
ve
zamanlama
sorusu
daha
fazla
araştırma
gerektirmektedir.
Çoğu
çalışmada,
transabdominal
serklaj
gebeliklerin
ilk
trimesterinde
yerleştirilir.
MAVRIC
çalışması,
14.
haftasından
önceki
dönemde
olan
gebelerde
açık
yaklaşımı,
diğer
çalışmalar
ise
22.
haftaya
kadar
olan
serklaj
yerleştirilmesini
değerlendirmiştir.
Yaklaşım
seçimi,
gebelik
yaşı
ve
teknik
imkanlardan
etkilenebilir.
Gebe
kaldıktan
sonra
açık
veya
laparoskopik
yöntemlerle
yapılan
cerrahi
yaklaşımlardan
hangisinin
daha
yararlı
olduğu
net
değildir.
MAVRIC
çalışmasında,
açık
transabdominal
serklaj
Shirodkar
serklajına
benzer
şekilde,
mesaneyi
ekarte
ederek
serviksin
yukarısına
yerleştirilen
yüksek
vajinal
serklajla
karşılaştırılmıştır.
Diğer
yazarlar
serviko-istmik
bileşkede
transvajinal
serklaj
yerleştirilmesini
tanımlamışlar
ve
transvajinal
serviko-istmik
serklaj
ile
obstetrik
sonuçların
transabdominal
serviko-istmik
serklaja
benzer
olduğunu
bulmuşlardır.
Bu
vajinal
yaklaşım,
MAVRIC'te
açıklanan
ve
transabdominal
serklajdan
daha
az
etkili
olduğu
bulunan
yüksek
vajinal
teknikten
farklıdır.
Gelecekteki
çalışmalarda,
gebelik
sürecinde
olan
popülasyonda
transvajinal
serviko-istmik
serklaj ile transabdominal serklaj karşılaştırabilir.
Gelecekteki
fertilite
ile
ilgili
olarak,
MAVRIC
çalışmasının
yakın
tarihli
bir
ikincil
analizinde,
gebelik
öncesi
dönemde
transabdominal
serklaj
uygulananlar
ile
gebelik
sürecinde
yüksek
vajinal
veya
düşük
vajinal
serklaj
uygulananlar
arasında
gebe
kalma
süresi
açısından
hiçbir
fark
gösterilememiştir.
6,
12
ve
18.
aylardaki
gebe
kalma
oranları
her
iki
grup
arasında
benzerdir.
Bazı
sonuçlar,
muhtemelen
gebe
kalma
öncesi
transabdominal
serklajın
laparoskopik
olarak
uygulanabilirliğinin
artması
nedeniyle
transabdominal
serklajın
gebe
kalma
öncesinde
yerleştirilmesinin
daha
düşük
maternal
risk
ile
ilişkili
olduğunu
göstermektedir.
Transabdominal
serklajın
prekonsepsiyonel
veya
ilk
trimesterde
benzer
fetal
sonuçlarla
yapılabileceğini
belirtiyoruz.
Transabdominal
serklaj
endikasyonu
olan
bir
hasta
ilk
trimesterdan
sonra
başvurursa,
22.
gebelik
haftasına
kadar
transabdominal serklaj yerleştirilmesi düşünülebilir. (GRADE 2C)
Abdominal serklajlı gebelik nasıl yönetilmelidir?
Transabdominal
serklajlı
gebeliğin
bakımında
sıklıkla
ortaya
çıkan
bir
soru,
serklaj
yerleştirildikten
sonra
servikal
uzunluğu
takip
etmenin
faydası
olup
olmadığıdır.
Bu,
transabdominal
serklaj
için
açıkça
değerlendirilmemiştir.
Bununla
birlikte,
birkaç
çalışmada,
transvajinal
serklajdan
sonra
servikal
uzunluk
ölçümü
değerlendirilmiştir.
Bu
çalışmalar,
serklaj
yerleştirilmesinden
sonra
servikal
kısalmanın
erken
doğum
riskini
artırabilmesine
rağmen,
serklajın
üstünde
veya
altında
ölçülen
servikal
uzunluğun
sonuçlarla
doğrudan
ilişkili
olmadığını
göstermiştir.
Ayrıca,
rescue
serklaj,
serklajdan
sonraki
kısa
serviks
durumunda
sonuçları
iyileştirmez.
Transabdominal
serklajlı
hastalarda rutin transvajinal servikal uzunluk taraması yapılmamasını öneriyoruz. (GRADE 1C).
Transabdominal
serklajlı
hastaların
progesteron
ile
tedavi
edilmesinin
gerekip
gerekmediği
sorusu
ortaya
çıkabilir.
MAVRIC
çalışmasında
hastaların
%27'sinde
progesteron
kullanılmıştır.
(Transabdominal
serklajlıların
%17'si,
yüksek
vajinal
serklajlıların
%28'i
ve
düşük
vajinal
serklajlıların
%48'i).
Serklajlı
hastaların
tedavi
rejimine
vajinal
progesteron
eklenmesinin
faydası
bilinmemektedir.
Transabdominal
serklajlı
gebeler
de
dahil
olmak
üzere,
tekrarlayan
spontan
preterm
doğum
riski
taşıyan
hastalar
için,
destek
progesteron
tedavisi
kullanımı
açısından
hasta ile risk/fayda tartışması yapılmalıdır ve ortak karar alınmalıdır (GRADE 2C).
Transabdominal
serklajlı
gebelikler
gebelik
kaybı
durumunda
serklaj
yerinde
bırakılarak
D&E
yoluyla
yönetilebilir.
Serklajlı
142
hastayı
içeren
geniş
bir
retrospektif
çalışmada,
14
hastaya
daha
sonra
19
D&E
prosedürü
uygulandığı,
bunlardan
15'inin
12
haftadan
önce
ve
4'ünün
12-19
hafta
arasında
gerçekleştiği
bulunmuştur.
Bu
vakalarda
ve
19.
haftada
dilatasyon
ve
tahliye
ile
ilgili
başka
bir
olgu
raporunda,
ozmotik
dilatörler
ve
standart
cerrahi
teknikler
kullanılmış
ve
hiçbir
majör
komplikasyon
kaydedilmemiştir.
Her
iki
çalışmada
da,
hem
birinci
hem
de
ikinci
trimester
gebelik
kaybının
tedavisi
için
dilatasyon
ve
küretaj
sonrasındaki
gebeliklerde
miadına
veya
terme
yakın
başarılı
doğumlara
dair
çeşitli
raporlar
vardır.
Ek
olarak,
ileri
gebelik
haftalarında
fetal
ölüm
sonrası
transabdominal
serklajın
laparoskopik
olarak
çıkarılması
ve
vajinal
olarak
doğuma
ilişkin
birkaç
vaka
raporu
vardır.
Bu
verilere
göre
gebelik
kaybı
serklajın
laparoskopik
olarak
çıkarılmasının
yanı
sıra
D&E
ile
de
yönetilebilebilir.
Gebelik
kaybının,
gebelik
yaşına
ve
mevcut
kaynaklara
göre,
dilatasyon-küretaj
veya
transabdominal
serklajlı
iken
tahliye
veya
transabdominal
serklajın
laparoskopik
olarak
çıkarılmasından
sonra
olağan obstetrik yaklaşımla yönetilmesini öneriyoruz (GRADE 2C).
Serklajlı
gebelerde
doğum
zamanı
planlanmalıdır.
Serklajlı
hastalarda
uterus
dehisensi
ve
hatta
travayla
birlikte
uterus
rüptürü
olduğuna
dair
birkaç
rapor
vardır.
Bu
nedenle
doğum
eylemi
başlamadan
önce
sezaryen
ile
doğum
önerilir.
Zamanlama,
geçirilmiş
myomektomiye
benzer
olarak
kabul
edilebilir
(genellikle
37
0/7-
38
6/7
arası
dönemde
önerilir).
Uzman
görüşleri,
bazıları
37
haftada,
bazıları
ise
39
0/7
haftada
geç
doğum
planlayarak
değişkenlik
gösterebilir.
Sezaryen
ile
doğumdan
sonra,
gelecekteki
gebelikler
için
serklaj
yerinde
bırakılmalıdır.
Aynı
serklajın
tekrar
tekrar
kullanıldığı
sonraki
gebeliklerde
benzer
şekilde
iyi
sağ
kalım
oranları
ve
zamanında
doğum
oranları
görülmektedir
ve
yerinde
bırakılan
serklajın
uzun
süreli
komplikasyonları
nadirdir.
Fertilitenin
tamamlanmasından
sonra
yerinde
bırakılan
serklajın
uzun
süreli
sonuçları
hakkında
veri
yoktur.
Transabdominal
serklajı olan hastalarda 37 0/7 ile 39 0/7 hafta arasında sezaryen doğumu öneriyoruz (GRADE 2C).
Sonuç
Transabdominal
serklaj,
daha
önce
transvajinal
serklaj
denenmiş
ve
başarısız
olmuş
veya
transvajinal
serklajın
uygulanmasının
çok
zor
olacağı
servikal
yetmezliği
olan
hastalarda
erken
doğumu
önlemede
oldukça
etkili
bir
yöntemdir.
Transvajinal
serklajlı
iken
28.
gebelik
haftasından
önce
doğum
yapmış
hastalarda
transabdominal
serklaj
düşünülmelidir.
Transabdominal
serklaj
yerleştirilmesine
yönelik
minimal
invaziv
yaklaşımlar,
kan
kaybını
ve
hastanede
kalış
süresini
azaltabilir
ve
ileriye
dönük
olarak
çalışılmamış
olmasına
rağmen
açık
yaklaşımlar
kadar
etkili
kabul
edilebilir.
Transabdominal
serklajın
yerleştirilmesi
ve
serklajlı
gebeliklerin
yönetimi
ile
ilgili
danışmanlık,
perinatoloji
uzmanı
tarafından
yapılmalıdır.
Serklajlı
iken
erken
gebelik
kaybı
olan
vakalar
serklaj
çıkarılmadan
D/C
veya
tahliye
ile
yönetilebilir.
Daha
ileri
haftalardaki
kayıplar,
serklajın
laparoskopik
olarak
çıkarılması
ve
olağan
obstetrik
yaklaşımla
yönetilebilir.
Transabdominal
serklajlı
hastalar
gebeliğin
37
0/7
ile
39
0/7 haftaları arasında doğurtulmalıdır.
Birincil önleme HPV aşısı
Aşıların
geliştirilmesi:
HPV,
8kb
sirküler
genoma
sahip
8
geni
kodlayan
zarfsız
virüstür.
L1
ve
L2
proteinleri
virüsün
yapısını
oluşturmaktadır.
Mukozal
virüsler
cilt
teması
ile
bulaşır.
HPV
en
sık
görülen
cinsel
yolla
bulaşan
hastalıktır.
Persiste
HPV
enfeksiyonları
onkolojik
potansiyele
sahiptir.
HPV
ilişkili
kanserler
serviks,
anüs,
vulva,
vajina
ve
oral
kavite
kanserleridir.
12
HPV
tipi
onkolojik
kabul
edilir
(
HPV
16,
18,
31,
33,
35,
39,
45,
51,
52,
56,
58, 59).
Hayvan
çalışmalarında
nötralize
antikor
oluşturan
viriyonların
HPV
enfeksiyonuna
koruma
sağladığı
gösterilmesi
üzerine
aşı
çalışmaları
başlatılmıştır.
HPV
aşıları
rekombinant
virüs
benzeri
parçacıkların
(VLP)
kapsid
proteini
de
baz
alması
ile
geliştirilmiştir.
Viral
DNA
içermediği
için
onkolojik
etkisi
olmamaktadır.
Doğal
bağışıklık
antikorları
da
kapsid
proteinine
karşı
olmakta;
fakat
oluşması
uzun
sürmekte
ve
sadece
bazı
bireylerde
görülebilmektedir.
HPV
aşısına
karşı
oluşan
antikorlar
ise
yüksek
titrede
ve
uzun
süre
saptanmaktadır.
İlk
olarak
ikili
Cervarix
(HPV
16-18)
ile
dörtlü
Gardasil
(HPV
16,
18,
6,
11)
aşıları
geliştirilmiştir.
Daha
sonra
dokuzlu
Gardasil-9
(HPV
31,
33,
45, 52, 58) ve en son olarak Çin’de ikili Cecolin HPV16-18’e karşı aşı geliştirilmiştir (Tablo 1).
İmmünojenitesi
HPV
aşıları
T
ve
B
hücre
aracılı
yanıtı
tetikleyebilmektedir.
Klinik
etki
IgG’e
bağlı
oluşmakta
ve
nötralizan
antikorlar
eksüdasyon
ve
transidasyon
ile
serviko-vajinal
enfeksiyonu
engellemektedir.
3
doz
aşı
sonrası
serokonversiyon
oranı
çalışmalarda
%100
olarak
gösterilmiştir.
Aşıların
immünojenitesini
karşılaştıran
çalışmalarda
ikili
aşının
daha
immünojenik
olduğu
gösterilmiştir.
Fakat
klinik
olarak
bu
durumun
etkisi
bilinmemektedir.
Randomize Kontrollü Çalışmalar (RKÇ)
İlk
çalışmalar
15-26
yaş
arasındaki
kadınlarda
yapılmıştır.
HPV
aşılarını
uygulama
yaşı
çocuklar
ve
ana
amacın
servis
kanserini
engellemesi
olmasına
rağmen
aşıların
etkinliğinin
bu
şekilde
değerlendirilmesi
çok
zaman
alacağı
için
15-26
yaş
arası
genç
kadınlar
çalışmalara
dahil
edilmiştir.
Bu
çalışmalarda
etkinliği
değerlendirmede
CİN,
persiste
HPV
enfeksiyonu,
antikor
titresi
ve
anogenital
siğiller
gibi
durumların
oluşumu
karşılaştırılmıştır.
Kosta
Rika çalışması dışındaki tüm çalışmalar üreticiler tarafından desteklenmiştir.
Yetmiş
binden
fazla
kişinin
katıldığı
25’ten
fazla
klinik
deney
sonucu
olarak
aşıların
HPV
16-18’e
bağlı
CİN
2
üstü
lezyon
gelişme
olasılığı
RR:
0,01
(%95
CI
0,0-0,05);
HPV
16-18’e
bağlı
cin
3
üstü
lezyon
oluşması
olasılığı
RR:
0,01
(%95
CI
0,00-0,01);
HPV
16-18’e
bağlı
adenokarsinoma
in
situ
oluşma
olasılığı
RR:
0,1
(%95
CI
0,01-0,82)
olarak
saptanmıştır.
Herhangi
bir
HPV
tipine
karşı
CİN
3
üstü
lezyon
oluşturma
riski
ikili
aşıda
RR:0,08
(%95
CI
0,03-0,23) ve dörtlü aşıda ise RR: 0,54 (%95 CI 0,36-0,82) olarak saptanmıştır.
Aşılanma
esnasında
HPV
durumu
bilinmeyen
24-45
yaş
arası
kadınlarda
CİN
2
üstü
lezyonların
önlenmesinde
etkinliği
gösterilememiştir
(RR:
0,75
%95
CI
0,52-1,05
(2
RKÇ
18329)).
Bu
nedenle
aşılamada
hedeflenen
seksüel ilişkiden önce aşılanma olmalıdır.
Güncel Servis Kanseri Önlenmesi
Updates on cervical cancer prevention. Int J Gynecol Cancer. Viveros-Carreño D, Fernandes A, Pareja R. 2023 Mar
6;33(3):394-402. doi: 10.1136/ijgc-2022-003703.
Özetleyen: Dr. Engin Çelik
Güvenilirlik Ve Yan Etki
Ateş ve enjeksiyon yerinde reaksiyon en sık görülen yan etkilerdir.
Tek, İki veya Üç Doz
Çalışmalarda
9-14
yaş
arasında
6
ile
12
ay
aralığında
yapılan
iki
dozu
3
doz
ile
benzer
etkinliği
olduğu
gösterilmiştir. Afrikalı gençlerde yapılan tek doz aşılamanın etkili olduğunu gösteren çalışma da mevcuttur.
Sonuç Olarak Kanserin Engellenmesi
Birleşik
Krallık
verilerini
kullanan
bir
gözlemsel
çalışmada
16-18
yaş
aralığında
aşılananlarda
kanser
gelişimi
%34;
14-16
yaş
aralığında
aşılanlarda
%62
ve
12-13
yaşlarında
aşılananlarda
ise
%87
oranında
kanser
daha
az görülmüştür.
İsveç’te
yapılan
retrospektif
çalışmada
1672983
kız
değerlendirildiğinde
kanser
insidansı
aşılananlarda
yüz
binde
47
iken
aşılanmayanlar
da
yüz
binde
94
olarak
saptanmıştır.
Eğer
aşılama
17
yaşından
önce
olursa
insidans 0,12; aşılama 17 ile 30 yaş arasında ise 0,47 olarak bulunmuştur.
İntraepitelyal Eksizyon Tedavisi Sonrası Aşılama
Bu
konuda
aşıların
etkinliği
tartışmalıdır.
2
randomize
kontrollü
çalışmanın
dahil
edildiği
bir
meta
analizde
CİN
rekürensi OR: 0,29 (%95 CI 0,16-0,53) azalttığı saptanmıştır.
Giriş – Genel Bilgiler:
Fekundite üreme için biyolojik kapasite olarak tanımlanır. Bir çiftin fekundabilitesi ise; gebeliğe ulaşmak için
gereken süre, diğer bir deyişle (TTP-time to pregnancy) gebeliğe ulaşmak için gereken takvim ayı veya adet
döngüsü olarak hesaplanabilir. Kısa bir TTP süresi, doğurganlığın yüksek olduğuna; uzun bir TTP süresi ise
düşük doğurganlığa işaret eder.
Düşük doğurganlığın risk faktörleri birçok çalışma tarafından araştırılmıştır. Düşük doğurganlık; tiroid
disfonksiyonu, ileri yaş ve obezite gibi iyi bilinen faktörlerin yanı sıra düşük over rezervi ve adet düzensizliği ile
ilişkilidir.
Aşikar hipertiroidizm ve hipotiroidizm; infertilite, abort, gebelik komplikasyonları ve olumsuz fetal sonuçlarla
ilişkilidir. Prekosepsiyonel ve / veya gebelik sırasında evrensel tiroid taraması önerisi önemi nedeniyle
gündeme getirilmiş ancak tartışmalı kalmıştır. Tiroid fonksiyonuna ilişkin prekonsepsiyonel testlerin çoğu şu
anda tiroid hastalığı öyküsü olan infertil veya gebe kadınlar ile sınırlıdır.
Tiroid disfonksiyonunun değerlendirilmesinde birincil test TSH testidir. Ulusal Klinik Biyokimya Akademisi;
TSH üst sınırını 2,5 mIU/L belirlemeyi önermiş ve bunun altında değerlerde hastaların %95'inde tiroid
fonksiyon bozukluğu belirtileri görülmediğini bildirmiştir.
TSH eşik değeri; American Thyroid Association ve American Association Of Clinical Endocrinologists
tarafından önerilen, gebelik planlayan ötiroid kadınlar için dikkate alınmıştır. Şimdiye kadar az sayıda
çalışma, TSH'nin eşik değerinin fekundite ile ilgisini incelemiştir. Ötiroid ve infertil olan kadınlarla ilgili bir
makalede, yüksek normal aralıktaki (2,5-4,9 miu/L) gebelik öncesi TSH değerlerinin, olumsuz İUİ sonuçları ile
ilişkili olmadığını bildirmiştir.
Ploughden ve ark. , subklinik hipotiroidizm (TSH seviyeleri > 2.5 mIU/L olarak tanımlanır) ve tiroid
otoimmünitesinin TTP ile ölçülen doğurganlık ile bağlantılı olmadığını bulmuşlardır. Çalışmalarında, kadınların
aktif olarak gebelik planladığı ve infertilite öyküsü olmadığı, ancak hepsinin daha önce 1 veya 2 gebelik kaybı
olduğu görülmüştür. Gebelik öncesi TSH düzeyinin doğurganlık ile ne ölçüde ilişkili olduğu sağlıklı genel
popülasyonda henüz değerlendirilmemiştir.
Bu çalışmada, National Free Preconception Check-up Projects(NFCP'ler)’e katılan çiftlerle görüşülerek
TTP ile ilgili bilgileri alınmıştır. Amaç, gebe kalma öncesi TSH seviyeleri ile TTP arasındaki ilişkiyi araştırmak
ve bu Asya popülasyonunda doğurganlık açısından TSH için 2,5 mIU/L'lik bir eşik değerinin kullanımını
incelemektir.
Prekonsepsiyonel Tiroid Stimülan Hormon Seviyesi Ve Fekundite
Preconceptional thyroid stimulating hormone level and fecundity: a community-based cohort study of time to
pregnancy Yanmin Zhong, M.M.,a Sujian Peng, B.M.,a Qiujun Chen, A.D.N.,a Dongyin Huang, A.D.N.,a Guanglan Zhang, M.D.,a
and Zehong Zhou, M.D.a,b Fertility and Sterility® Vol. 119, No. 2, February 2023 0015-0282/$36.00 Copyright ©2022 American
Society for Reproductive Medicine, Published by Elsevier Inc.
Özetleyen: Dr. Halime Çalı Öztürk
Link: https://doi.org/10.1016/j.fertnstert.2022.10.025
Materyal ve Metod:
Hasta Seçimi:
Bu
devlet
destekli
projede;
katılımcılar,
üreme
çağındaki
çiftlere
ücretsiz
ön
gebelik
muayenesi
sağlamak
amacıyla
Çin
Ulusal
Sağlık
Ve
Aile
Planlaması
Komisyonu
Ve
Maliye
Bakanlığı
Tarafından
Başlatılan
NFPCP'den
alınmıştır.
Katılımcılar,
1
Ocak
2018'den,
31
Aralık
2018'e
kadar,
6.219
çift
NFPCP'ye
katılarak
öncelikle
standart
bir
anketi
tamamlamıştır.
2'de
1
oranına
göre
3.110
çift
bu
çalışma
için
rastgele
seçilmiştir.
Çiftlerin
demografik
özelliklerini
belirlemek
için
TTP
ve
gebelik
sonuçları
hakkında
bilgi
toplamanın
yanı
sıra
ek
bir
anket
tasarlanmıştır.
Görüşmeler,
ilgili
temel
incelemeden
en
az
12
ay
sonra,
Temmuz
2019
ile
Aralık
2019
arasında
yerel
sağlık
çalışanlarından
oluşan
eğitimli
görüşmeciler
tarafından
yüz
yüze
veya
telefonla
gerçekleştirilmiştir. Görüşmeciler, TTP'yi değerlendirirken TSH sonuçlarından habersiz tutulmuştur.
Kadın partner(ilk tercih) veya erkek partner (ikinci tercih) ile en fazla 3 farklı zamanda iletişime geçilmiştir.
Cevap vermeyi reddeden veya ulaşılamayan çiftler cevap vermeyen olarak kabul edilmiştir.
Yanıt veren
2.482
kişiden (yanıt oranı %79,8),
1.004
çift aşağıdaki nedenlerden dolayı dışlanmıştır:
•
31 çift ek anketi doldurmamıştır;
•
kayıt sırasında 352 çift gebedir;
•
2 çift boşanmıştır;
•
532 çift kayıttan sonra gebelik planlarından vazgeçmiştir;
•
12 çift gebelik planlarını askıya almıştır;
•
7 teşhis edilmiş infertilite vakası (1 kadın faktörleri için ve 6 erkek faktörü için),
•
75
tiroid
hastalığı
vakası,
1
hipertansiyon
vakası,
6
diabetes
mellitus
vakası,
5
pelvik
inflamatuar
hastalık,
2
endometriozis
vakası,
1
adenomiyozis
vakası,
11
polikistik
over
sendromu
vakası
ve
3
teşhis
edilmiş
uterin
malformasyon vakası; 14 vakada eksik TSH değeri bulunmuştur;
•
24 çiftin TTP değerleri eksikti ve 8 çiftin TTP'si >36 ay üzeridir.
•
Uygunluk akış şeması şekil 1'de sunulmaktadır. Dikkat edilmesi gereken, bazı çiftlerin birden fazla
nedenden dolayı dışlandığı, dolayısıyla yukarıda belirtilen sayıların toplamının 1.004'e eşit olmadığıdır.
Sonunda, daha fazla analiz için bu çalışmaya toplam 1.478 çift dahil edildi.
Bu çalışma Guangzhou Kadın Ve Çocuk Tıp Merkezi Kurumsal Etik Kurulu tarafından onaylanmıştır.
Şekil 1: Çalışma için hasta Seçimi(Flowchart)
Ek Anket
Katılımcılara,
gebeliğin
gerçekleşmesi
için
geçen
süre
gibi
bilgiler
de
toplanarak
ardından
aşağıdaki
formül
ile
gebelik gelişim süresini belirlemek için kendi TTP'lerini hesaplamaları önerilmiştir:
TTP
=
[(tarih
son
adet
tarihi
–
kontrasepsiyonun
kesildiği
tarih)
–
gebe
kalma
girişiminin
kesintiye
uğradığı zaman] /30 gün.
İlk
kaydoldukları
sırada
zaten
gebelik
planlayan
kadınlar
için,
önceki
girişim
süreleri
de
dahil
edilmiştir.
Kontrasepsiyon kesildikten hemen sonra gebe kalanlarda TTP değeri “0” olarak kaydedilmiştir.
Araştırma sırasında henüz gebe olmayanlardan ise TTP için girişimde bulunulan süre kaydedilmiştir.
İUİ,
IVF
veya
salpingolizis
ile
gebelik
elde
eden
çiftler
de
TTP
analizine
dahil
edilmiş;
ancak
sonuçlar
infertilite
grubu olarak sınıflandırılmıştır.
Bu analize sadece gebelik öncesi kontrolden sonraki ilk gebelik dahil edilmiştir.
Katılımcılar daha sonra BMI’ye göre 4 gruba ayrılmıştır:
•
< 18.5,
•
18.5 –23.9,
•
24.0–27.9 ve
•
> 28.0 kg/m2.
Dahil edilen çalışma popülasyonunda,
•
serum TSH seviyesinin alt ve üst sınırı sırasıyla 2,5. ve 97,5. persantil olarak belirlenmiştir.
•
2,5 mIU/L'lik eşik değeri ile ikiye ayrılan katılımcılar ayrıca 2 alt gruba ayrılmıştır:
•
düşük TSH kategorisi ve yüksek TSH kategorisi
İstatiksel Analiz
Çalışmada
TTP
süresi,
gebelik
elde
eden
kadınlarda
gebelik
planladıkları
aydan,
son
adet
tarihine
kadar
geçen
süreyi,
henüz
gebe
olmayan
kadınlarda
gebe
kalmayı
planlanıp
,araştırma
süresine
kadar
geçen
süreyi
temsil etmektedir.
Farklı
TSH
seviyeleri
ile
doğurganlık
ihtimal
oranlarını-fecundability
odds
ratios
(for'lar)
ve
%95
güven
aralıklarını tahmin etmek için 3 çok değişkenli modele ayarlanan Cox modelleri kullanılmıştır.
•
Model
A,
kadın
partnerin
yaşını,
gebelik
öncesi
VKİ'sini,
eğitim
düzeyini,
mesleği
ve
kişi
başına
aylık
geliri
içermektedir.
•
Model B ayrıca tütün maruziyeti, kadın partnerin alkol alımı, parite ve cinsel ilişki sıklığı için ayarlanmıştır.
•
Model C, model B'deki erkek partnerin yaşını ve VKİ'sini içermektedir.
>1 for'lar daha kısa bir TTP ile gebelik oranında bir artışa işaret ederken,
<1 for'lar daha uzun bir TTP'ye işaret etmektedir.
Kaplan-Meier
yöntemi,
her
ay
kümülatif
gebelik
oranını
tahmin
etmek
için
kullanıldı
ve
gebe
kalma
dışındaki
nedenler için sansür yapılmasına izin verdi.
Daha
iyi
bir
model
kurmak
için,
%99,5
uç
değerlerdeki
küçük
sayılar
nedeniyle
>36
ay
gözlemler
de
denetlendi.
Sonuçlar
Bu çalışmaya 1.478 uygun çifti dahil edildi.
Ortalama
•
kadın katılımcıların yaşı 29,2 ± 4,0,
•
gebelik öncesi ortalama BMI 20,6 ± 2,9 kg/m2 idi.
•
Tüm popülasyonda, TSH için
o
2,5. – 97.5. persentil 0.50–5.59 mIU/L ,
o
5.–95. persentil için 0.70–4.70 mIU/L idi.
Hedef
çalışma
popülasyonu,
TSH
düzeyi
0,50–5,59
miu/L
referans
aralığında
olan
1.401
kadından
oluşuyordu.
Bunların arasında, TTP'nin medyanı 3.0 aydı (2.0-6.0 ayda 25.-75.25).
Çalışma
süresince
toplam
1.097
kadın
(%78,3)
gebe
kaldı;
bunlardan
968
(%69,1)
çift
ilk
6
ayda,
1.082
(%77,2) çift ise 12. ayda gebelik elde etti.
1.401
çifti
2,5
mIU/L
eşik
değerine
göre
alt
kategori
(0,50–2,49
miu/L)
ve
üst
kategori
(2,50–5,59
miu/L)
olarak
2 alt gruba ayrıldı. Demografik özellikleri ve temel özellikleri tablo 1'de sunulmaktadır.
Tablo 1:
Kadınların
gebelik
öncesi
yaşı
gruplar
arasında
farklılık
gösterirken
(P=.023),
ortalama
yaş
ve
diğer
temel
değişkenler benzer bulunmuştur.
Yüksek
TSH
kategorisinde
gebe
kalan
kadınların
yüzdesi,
düşük
kategoridekine
benzer
şekilde
(%78.1)
%79.0’dır.
Yüksek
TSH
kategorisi,
düşük
TSH
kategorisi
ile
karşılaştırıldığında
(0,87-1,13'te
%95
GA)
0,99'luk
bir
kaba
for'a
sahiptir.
Tüm
modellerde
düzeltme
öncesi
ve
sonrasında
istatistiksel
olarak
anlamlı
fark
gözlenmemiştir (Tablo 2).
Tablo 2:
Sürekli TSH seviyesi, model C kullanılarak doz yanıt analizi ile ayrıca incelenmiştir (Şekil 2)
Dört düğüm noktası kullanılmıştır (olasılık oranı = 69.21, P <.001, R2 = 0.064; FOR = 1 olduğunda TSH =
1.80). Buna göre TSH düzeyi ile FOR arasındaki doğrusal olmayan ilişkinin istatistiksel olarak anlamlı olmadığı
görülmüştür. (p=.479)
Şekil 2: FOR ve TSH değerleri.
Tartışma
Bu
toplum
bazlı
kohort
çalışmasında,
gebelik
öncesi
TSH
seviyeleri
ile
TTP
arasındaki
olası
ilişkiler
değerlendirilmiştir.
Kümülatif
gebelik
oranı,
TSH
düzeyi
2,5
mIU/L'den
düşük
ve
yüksek
olan
alt
gruplarda
benzerdir.
TSH
seviyesi
ile
fekundite
oranları
arasında
anlamlı
bir
ilişki
bulunmamıştır.
Gebelik
öncesi
TSH
için
0,50–5,59
mIU/L
'lik
bir
referans
aralığı,
çalışma
popülasyonumuzdaki
2,5.-97.5
persentil
arasında
önerilmiştir. Alt sınır benzerken, üst sınır
•
ABD'de 0,40–5,0 mIU/L ,
•
Tokyo Ve Japonya'da 0,44–4,93 mIU/L;
•
Meksika'da
0,71–4,88
mIU/L
/L
;
ve
Finlandiya
da
0,4–3,4
mIU/L
diğer
makalelerde
kabul
edilenden
daha
yüksektir .
Bununla
birlikte,
ülke
çapındaki
NFPCP'den
çıkarılan
geniş
bir
örneklemden
elde
edilen
veriler,
Doğu,
Orta
ve
Batı Çin'deki kadınlar için (n = 359.895, 15 ila 55 yaş arası) gebelik öncesi TSH referans aralıklarının sırasıyla
•
0,33–5,61 mIU/L, 0,40–5,04 mIU/L ve 0,40- 4,98 mIU/L (2,5.–97.5%) olduğunu ortaya koymuştur.
Guangzhou
Doğu
Çin'de
yer
almaktadır
ve
gebelik
öncesi
TSH
seviye
aralığımız
bu
bölgede
bildirilenle
uyumludur.
Bu
veriler,
gebe
kalma
öncesi
TSH
seviyesinin
her
alt
popülasyonda
optimize
edilmesi
gerektiğini
öne
sürmektedir.
TSH
düzeyi
referans
aralığında
olan
kadınlar
arasında
6.
ayda
gebelik
elde
eden
kadınların
oranı %69,1, 12. ayda ise %77,2'ye ulaşmıştır. %76.0 ise 12 ay içinde gebe kalmıştır.
Bu
çalışmada
da
önceki
bulgularımıza
paralel
olarak
benzer
bir
infertilite
oranı
bildirilmiştir
(gebe
kalmaya
çalışan
kadınlar
arasında
genel
infertilite
prevalansı
%25'tir).
Kesitsel
bir
çalışmada,
kontrollerle
karşılaştırıldığında,
açıklanamayan
infertilitesi
olan
kadınların
neredeyse
iki
katı
kadarının
TSH
düzeyinin
2,5-
5,0 mIU/L aralığında olduğu ortaya çıkmıştır (toplam n = 239; %26,9'a karşı %13,5, p <.05).
Fumarola
ve
ark.
1.
siklus
tüp
bebek
veya
intrasitoplazmik
sperm
enjeksiyonu
yapılan
kadınlarda
TSH
<%
2,5
mIU/L
olanlarda
TSH
düzeyi
yüksek
olanlara
göre
daha
yüksek
klinik
gebelik
oranı
bildirmişlerdir
(toplam
n
=
164;
%22,3'e
karşı
%8,9)
,
P=.045).
Bununla
birlikte,
yardımcı
üreme
teknikleri
alanındaki
çoğu
literatür,
normal
TSH
düzeyi
2,5
mIU/L
'den
düşük
ve
yüksek
olan
alt
gruplar
arasında
karşılaştırılabilir
gebelik
sonuçları
sunmaktadır.
Ek
olarak,
yakın
tarihli
2
meta-analiz,
yardımcı
üreme
teknikleri
tedavisi
gören
kadınlarda
gebelik
öncesi
yüksek
normal
TSH
düzeylerinin
(>
2,5
mIU/L)
üreme
sonuçları
üzerinde
çok
az
etkisi
olduğunu
göstermiştir.
İnfertil
popülasyonda
gebelik
öncesi
TSH
seviyeleri
ile
gebelik
sonuçları
arasındaki
ilişki
üzerine
yapılan
çalışmalar çoğunlukla uyumludur; yine de, genel nüfus arasında henüz araştırma yapılmamıştır.
İnfertilite
geçmişi
olmayan
kadınlarda
gebelik
öncesi
TSH
seviyeleri
ile
doğurganlık
arasındaki
ilişkiye
odaklanan
sınırlı
sayıda
araştırma
vardır.
Plowden
ve
ark.
>2,5
mIU/L
/l'lik
gebelik
öncesi
TSH
seviyesinin
(üst
sınır 5,0 miu/L) artan TTP ile bağlantılı olmadığını bildirmiştir.
Çalışma
popülasyonunun
önceki
1
veya
2
gebelik
kaybı
öyküsüyle
doğurgan
olduğu
kanıtlansa
da,
bunlar
belirli
bir
kadın
alt
grubunu
temsil
ediyordu.
Gebelik
öncesi
TSH
seviyesinin
doğurganlık
ile
ne
ölçüde
ilişkili
olduğu sağlıklı genel popülasyonda cevapsız kalmıştır.
Çalışmamızda,
TSH'si
0,50–5,59
mIU/L
aralığında
olan
kadınlar
arasında
gebelik
öncesi
TSH
seviyesinin
doğurganlığı
etkileyebileceği
2,5
eşik
değeri
incelenmiştir.
Yüksek
ve
düşük
kategoriler,
kafa
karıştırıcı
faktörler
için
düzeltmeden
önce
ve
sonra
benzer
TTP'ye
sahiptir.
Gebelik
öncesi
TSH
ve
fekundite
oranları
arasında anlamlı bir ilişki bulunmamıştır.
Bulgularımız,
gebelik
kaybı
öyküsü
olan
kadınlar
arasında
yapılan
önceki
çalışma
ile
uyumludur
ve
gebe
kalma öncesi TSH düzeyi <2,5 mIU/L, yüksek doğurganlık ile ilişkili değildir.
Çalışmanın güçlü yönleri;
İlk
olarak,
NFPCP,
ulusal
enstitüler
tarafından
yıllarca
standart
bir
çerçeve
ile
yürütülmüştür
ve
yerel
sağlık
çalışanlarından
oluşan
eğitimli
görüşmeciler,
verilerin
güvenilirliğini
artıran
ilgili
bilgileri
toplama
konusunda
deneyimlidir.
İkincisi,
TTP
bilgileri,
yalnızca
son
adet
tarihi
ile
gebelik
öncesi
kontrollerin
tarihi
arasındaki
boşluktan
hesaplama yapmak yerine, eğitimli görüşmeciler aracılığıyla toplanmıştır.
Yanlılığı önlemek için gebe kalma girişiminin gerçek başlangıç noktası ve olası kesinti süresi dikkate alınmıştır.
Bu
geniş
ölçekli
çalışma
değerli
veriler
sağlamakta
ve
toplum
temelli
bir
asyalı
popülasyonda
gebelik
öncesi
TSH seviyeleri ile TTP arasındaki ilişki hakkındaki anlayışımızı zenginleştirmektedir.
Çalışmanın zayıf yanları:
Bu
çalışmanın
ana
kısıtlılığı,
tiroid
antikor
seviyeleri
ve
tiroid
hormon
seviyeleri
ile
ilgili
verilerin
olmamasıdır.
Katılımcılara
sadece
TSH
testi
yapılmıştır.
Otoimmün
tiroid
hastalığı
ile
subklinik
veya
klinik
tiroid
disfonksiyonu bu çalışmada ayırt edilememektedir.
İkinci
olarak,
TSH
değeri
tavsiye
edilen
aralığın
dışında
olan
kadınların
devam
eden
verileri,
ek
görüşmede
elde edilmemiştir.
Üçüncüsü,
cevap
vermeyi
reddeden
veya
ulaşılamayan
çiftler
cevap
vermeyen
olarak
kabul
edilmiştir.
Yanıt
vermeyenlerin
mahremiyetine
saygı
duymak
ve
bunları
korumak
için
temel
özellikleri
sistemden
çıkarılmamıştır
ve
yanıt
verenler
ile
yanıt
vermeyenler
arasındaki
farkları
karşılaştırılamamıştır.
Ayrıca,
görüşmede
gebelik
elde etmiş kadınlar için TTP'yi bildirmedeki hatırlama yanlılığı ve hataları not edilmelidir.
Son
olarak,
gebe
kalma
öncesi
TSH
düzeyi
ile
gebelik
kaybı
ve
canlı
doğum
arasındaki
ilişki
bu
çalışmada
sunulmamıştır;
çünkü
görünür
gebelik
kaybı
oranı
düşüktür
ve
görüşme
yapıldığında
bazı
kadınlar
henüz
doğum yapmamıştır.
Sonuç
Sonuç
olarak,
prekonsepsiyonel
TSH
düzeyi,
toplum
temelli
sağlıklı
bir
popülasyonda
doğurganlık
ile
ilişkili
değildir.
TSH
düzeyi
>2,5
mIU/L
ile
gebelik
girişiminde
bulunan
kadınlara,
daha
uzun
bir
TTP'ye
sahip
olma
ihtimallerinin düşük olduğu konusunda güvence verilebilir.
Özet
Üreter
yaralanmaları,
benign
nedenlerle
yapılan
histerektomilerin
en
korkulan
komplikasyonlarından
biridir.
Peroperatif
tespit
yapılamaması
tanıda
gecikmeye,
hastanede
yatışın
uzamasına,
uzamış
kateterizasyon
süresine
ve
çok
sayıda
ek
girişime
neden
olmaktadır.
Bununla
birlikte,
rutin
sistoskopi
uygulaması;
maliyetler,
artan ameliyat süresi, uygun eğitim eksikliği ve travma riski nedeniyle hala tartışılmaktadır.
İntraoperatif
ultrasonografi
kullanılarak
üreter
geçişinin
değerlendirilmesi
geçerli
bir
alternatif
olabilir.
300
ml
salin
ve
10
mg
furosemid
intravenöz
olarak
verildikten
sonra
mesane
300
ml
salin
solüsyonu
ile
doldurulur.
Transabdominal
ultrasonun
konveks
3,5
MHz
probu
ile
transvers
planda
mesane
görüntüleri
elde
edilir.
Power
Doppler
alan
boyutu,
üreterovezikal
bileşke
seviyesinde
mesanenin
tüm
arka
duvarını
içerecek
şekilde
ayarlanır.
Üreterlerin
sağlamlık
testinde;
her
iki
tarafta
da
jet
akım
mevcutsa
sonuç
normal
kabul
edilir.
Bir
tarafta
yoksa
veya
nispeten
azalmışsa
test
anormal
kabul
edilir.
Her
iki
taraf
da
görüntülenemediğinde
testin
tanısal
olmadığı
düşünülür.
Anormal
veya
non-diagnostik
sonografik
bulgular
durumunda
sistoskopi
yapılmalıdır.
İntraoperatif
transabdominal
power
Doppler
ultrason,
jinekolojik
cerrahi
sırasında
üreteral
açıklığı
değerlendirmek için uygulanabilir, non-invaziv ve ucuz bir tanı aracıdır.
Giriş
Üreter
yaralanmaları
muhtemelen
jinekolojik
cerrahinin
en
korkulan
komplikasyonunu
temsil
eder
ve
prosedürlerin
%0,02
ila
2,6'sında
meydana
geldiği
tahmin
edilmektedir.
Uterosakral
ligaman
süspansiyonu
ile
pelvik
organ
prolapsusu
onarımı
gibi
prosedürler
için
risk
%10,9'a
kadar
çıkmaktadır
(hem
kinking
hem
direk
yaralanma).
Uygun
intraoperatif
tespitin
yapılmaması
tanısal
gecikmeye
neden
olmakta,
bu
da
ek
hastaneye
yatış,
uzamış
kateterizasyon
süresi
ve
çok
sayıda
ek
prosedüre
yol
açmaktadır.
Sekeller
arasında
peritonit,
ürinom,
fistül
oluşumu,
sepsis
ve
böbrek
hasarı
yer
alır.
Sonuç
olarak,
fark
edilmeyen
üreter
yaralanmaları
tıbbi
ve
hukuki
davalara
yol
açabilir;
üriner
sistem
yaralanmalarından
sonra
dava
açılma
riski,
yaralanma
olmayan vakalara kıyasla 91 kat artmıştır.
Aksine,
yaralanmanın
intraoperatif
tespiti,
peroperatif
sütürlerin
açılması,
stent
yerleştirilmesi
veya
üreteroneosistostomi
ile
komplikasyonun
uygun
şekilde
yönetilmesini
sağlar.
Bu,
ciddi
sekellerin
ve
maliyetlerin
azaltılmasını
sağlamaktadır.
Mesane
yaralanmaları
daha
kolay
tespit
edilse
de,
üreter
peristaltizminin
ve
çapının
incelenmesi
üreter
yaralanmalarını
tespit
etmede
yeterli
değildir
ve
hasarların
%87,5
kadarı
rutin
sistoskopi
olmadan
tespit
edilemeyebilir.
Bununla
birlikte,
rutin
sistoskopi
politikası
hala
tartışılmaktadır.
Rutin
sistoskopi
kullanımına
karşı
birincil
argüman,
artan
maliyetlerdir.
Karşı
çıkanlar,
üriner
hasar
riski
"ortalamanın
üzerinde"
olan
hastalarda
sistoskopinin
maliyet
etkinliği
açısından
en
iyi
seçenek
olduğunu
öne
sürmektedir.
Rutin
sistoskopinin
önündeki
diğer
engeller
arasında
sistoskopi
nedeniyle
ameliyat
süresinin
uzaması
ve
uygun
eğitimin
eksikliği
yer
almaktadır.
Ayrıca,
rutin
sistoskopinin
mesane
ve
üretral
travma
ve
idrar
yolu
enfeksiyonları
ile
ilişkili
olduğu
öne
sürülmüştür.
Son
olarak,
indigo
karmin
tedarik
sorunları,
ameliyat
sırasında
üreteral
açıklığın
değerlendirilmesi
için
bu
prosedürün
uygulanmasını
engellemiştir.
Pelvik Operasyonlarda Üreteral Sağlamlığı Değerlendirmek Için İntraoperatif
Ultrason Kullanımı
Intraoperative Ultrasound Assessment of Ureteral Patency During Pelvic Surgery
Alice Cola, Marta Barba, Matteo Frigerio. Int Urogynecol J 2021;
Özetleyen: Dr. İnci Sema Taş
Ultrasonografi,
jinekolojide
neredeyse
her
zaman
mevcut
olan
ve
ek
maliyet
getirmeyen
yaygın
bir
tanı
aracıdır.
Özellikle,
geleneksel
iki
boyutlu
bir
konveks
prob,
rutin
olarak
her
ultrason
makinesinin
bir
parçasıdır.
Dahası,
ultrasonografinin
jinekologların
aşina
olduğu
bir
tanı
aracı
olma
olasılığı
sistoskopiden
daha
yüksektir.
Ayrıca,
tamamen
non-invaziv
bir
yöntemdir
ve
iatrojenik
hasar
veya
enfeksiyon
riski
yoktur.
Son
olarak,
spesifik
kontrast
maddeye
gerek
yoktur
ve
idrar
veya
salin
solüsyonları
üreter-mesane
kompleksini
değerlendirmek
için
yeterlidir.
Ultrason
değerlendirmesi
daha
önce
jinekolojik
cerrahi
sonrası
ayakta
tedavi
ortamlarında
hem
gri
modda
hem
de
renkli
Doppler
modunda
üreteral
jet
akımları
değerlendirmek
için
kullanılmıştır.
Son
zamanlarda,
renal
kolik
semptomları
olan
hastalarda
üreteral
jet
akımları
görüntülemek
için
power
Doppler
modu
kullanılmıştır.
Renkli
Doppler
ile
karşılaştırıldığında,
power
Doppler
gelişmiş
duyarlılık
ve
özgüllük
ve
vücut
sıvı
hareketlerinin
daha
net
görüntülenmesi
ile
karakterize
edilir.
Bununla
birlikte,
bildiğimiz
kadarıyla,
jinekolojik
operasyonlar
sırasında
üreteral
açıklığı
değerlendirmek
için
henüz
intraoperatif
bir
araç
olarak önerilmemiştir.
Bu
çalışma,
uygun
sonografik
görünümler
vererek
intraoperatif
transabdominal
power
Doppler
ultrason
kullanarak üreteral açıklığı değerlendirmek için kullanıcı dostu bir eğitim sağlamayı amaçlamaktadır.
Gereç ve yöntemler
Ameliyat sırasında üreteral açıklığı değerlendirmek için aşağıdaki adımlar gerçekleştirilir (Video 1).
1
.
İşlemin
tahmini
bitiminden
önce
15
dakika
boyunca
300
ml
salin
solüsyonu
artı
10
mg
furosemid
intravenöz olarak uygulanır.
2
.
Foley sondadan retrograd mesane dolumu 300 ml salin solüsyonu ile gerçekleştirilir.
3
.
Transabdominal
ultrason
mesane
görüntüleri,
transvers
düzlemlerde
konveks
3,5
MHz
prob
ile
elde
edilir
(Şekil 1). Power Doppler alan boyutu mesanenin tüm arka duvarını içerecek şekilde ayarlanır.
4
.
Üreteral
jet
akım
değerlendirmesi,
daha
önce
tanımlandığı
gibi,
3
dakikalık
bir
süre
boyunca
düşük
akışı
(1,0-1,2
kHz)
tespit
etmek
için
ayarlanan
bir
pulse
repetition
frekansı
ile
üreterovezikal
junction
seviyesinde gerçekleştirilir.
5
.
Üreteral
jet
akım,
tek
taraflı
alternatif
jet
akım
(Şekil
2,
3)
veya
eş
zamanlı
jet
akımlar
(Şekil
4)
olarak
gösterilebilir.