Bu Sayımıza Katkılarından Dolayı Teşekkürler
Soyadı Sırasıyla
Dr. Fatih Aktoz
Dr. Engin Çelik
Dr. Öznur Dündar Akın
Dr. Emircan Ertürk
Dr. Burak Giray
PROF. DR. FUAT DEMİRKIRAN
Doğum yılı / yeri:
Maden - Elazığ
Evli, bir kız ve bir erkek çocuk sahibi
Eğitim:
1. Lise: Haydarpaşa Lisesi
2. Üniversite: İstanbul Tıp Fakültesi (1982)
3. İhtisas: Cerrahpaşa Tıp Kadın Hastalıkları ve Doğum (1990)
4. Doçent: Cerrahpaşa Tıp Kadın Hastalıkları ve Doğum (1994)
5. Profesör: Cerrahpaşa Tıp Kadın Hastalıkları ve Doğum (1999)
Çalışma Hayatı:
Devlet hizmet yükümlülüğü: Erzincan (1984)
Doktor Asteğmen İstanbul Kalender Orduevi
University of California / Los Angeles ve University of Southern California (1995)
Doktor olmayı nasıl seçtiniz?
Liseyi
bitirdikten
sonra
2
yıl
mühendislik
okudum.
Bu
süre
zarfında
eski
adı
İstanbul-Yıldız
Devlet
Mühendislik
ve
Mimarlık
Akademisi’nin
inşaat
ve
elektrik
mühendisliği
bölümlerine
devam
ettim.
Fakat
o
dönem
üniversitelerde
olaylar
ve
boykotlar
oluyordu.
Tıp
fakültelerinde
ise
eğitim
problemsiz
devam
ediyordu.
Ben
de
tekrar
sınava
girerek
İstanbul
Tıp
fakültesini
kazandım.
Geriye
dönüp
baktığımda
tıp
fakültesinde
iyi
ki
okumuşum, iyi ki doktor olmuşum diyorum.
Kadın hastalıkları ve doğum ihtisasınını ve jinekolojik onkoloji branşını neden seçtiniz?
Cerrahi
yapmak
istiyordum
ve
de
dahiliyeden
de
tamamen
uzaklaşmak
istemiyordum.
Buna
en
uygun
branşın
kadın
doğum
olduğuna
karar
verdim
ve
kadın
hastalıkları
ve
doğum
uzmanı
oldum.
İhtisasım
sırasında
Jinekolojik
cerrahiler
ilgimi
çekti.
Cerrahi
uygulamaları
seven
biri
olarak
asistanlığımın
son
dönemlerinde,
hocalarımın
da
desteği
ile
jinekolojik
onkoloji
bölümünde
uygulamalarına
ağırlık
verdim
ve
bölümün
çalışmalarına katıldım. İhtisasımı tamamladıktan sonra jinekolojik onkoloji bölümünde çalışmaya devam ettim.
Cerrrahpaşa Jinekolojik Onkolojiyi kısaca anlatı mısınız?
Cerrahpaşa
Kadın
hastalıkları
ve
Doğum
Anabilim
Dalında
1989
yılında,
anabilim
dalı
başkanı
Prof
Dr.
Necati
Tolun
idi.
Bilim
dalı
başkanlığında
yapılan
bir
kürsü
kurulunda,
dünyadaki
uygulamalara
paralel
olarak;
genel
jinekoloji,
perinatoloji,
Jinekolojik
onkoloji
ve
reprodüktif
endokrinoloji
bölümleri
kuruldu.
Aynı
kurulda
bölümlerde
çalışmak
isteyen
hocalar
belirlendi.
Böylece
Dr.
Engin
Erkün
başkanlığında
Dr.
Selçuk
Enez,
Dr.
Derin
Kösebay,
Dr.
Haluk
Işıloğlu,
Dr.
Cevdet
Şanioğlu
ve
Dr.
Macit
Arvas
ile
birlikte
jinekolojik
onkoloji
bölümü
1989’da
kurulmuş
oldu.
Sonraki
yıllarda
bölüm
başkanlığına
Dr.
Derin
Kösebay
geçti
ve
eski
nöroşirurji
binası
jinekolojik
onkoloji
bölümüne
tahsis
edildi.
Derin
Kösebay’ın
kişisel
ilişkileri
ile
Sabancı
Holding’in
büyük
desteği
ve
toplanan
yardımlar
ile
tahsis
edilen
bina
yenilendi.
Rektörlüğün
katkıları
ile
1993
yılında
jinekolojik
onkoloji
bölümü,
Sabancı
Jinekolojik
Onkoloji
Merkezi
olarak
isimlendirilen
binada
hizmet
vermeye
başlandı.
Aynı
yıl
Cerrahpaşa
Tıp
Fakültesi’nde
jinekolojik
onkoloji
bölümü,
Türkiye’de
ilk
kez
İstanbul
Üniversitesi
Rektörlüğü
tarafından
jinekolojik
onkoloji
bilim
dalı
olarak
kabul
edildi
ve
tanındı.
Uzun
yıllar
sonra,
2011
yılında
sağlık
bakanlığı
Jinekolojik
onkolojiyi
kadın
hastalıkları
ve
doğum
anabilim
dalı
altında,
bir
bilim
dalı
olarak tanımladı ve 3 yıllık eğitim sonrasında verilen sertifikasyon programını başlattı.
Kurulduğu
dönemde
tamamen
yeni
tıbbi
cihazlar
ile
donatılan
merkezimizde;
35
hasta
yatağı,
2
ameliyathane,
4
yataklı
derlenme
odası/yoğun
bakım,
iki
poliklinik,
iki
arşiv
odası,
bir
kütüphane
ve
35
kişilik
bir
toplantı
salonu mevcuttu. Bölümde psikiyatri doktoru dahi bulunuyordu ve kemoterapi de veriliyordu.
Yirmi
beş
yılı
aşkın
süre
aynı
binada
görev
yapan
jinekolojik
onkoloji
bilim
dalı
2020’de
Cerrahpaşa’nın
yeniden
yapılanma
programı
neticesinde
cerrahi
monoblok
bölümüne
taşınıldı.
Şu
an
14
hasta
yatağı,
2
poliklinik
ve
küçük
bir
toplantı
odasından
oluşan
birimde
görev
yapmaktayız.
Eski
binamız
pandemi
döneminde
kovid
salgın
ünitesi
olarak
kullanıldıktan
sonra
Aralık
2022’de
yıkıldı.
Bilim
dalımız
fiziki
olarak
önemli
oranda
küçülmesine
rağmen,
2019
yılında
başlayan
robotik
cerrahiler
dahil,
gerekli
her
türlü
cerrahi
girişimi
yapmaya
ve ülkemiz insanına hizmet etmeye devam etmektedir.
Sosyal medya kullanımı hakkındaki düşünceniz nedir?
Ben
sosyal
medya
kullanıcısı
değilim.
Fakat
genç
hekimlerin
sosyal
medya
ile
ilgilenmesi
gerektiğini
düşünüyorum.
Sosyal
medya
kullanırken
etik
kurallara
çok
dikkat
edilmeli,
operasyon
görüntüleri
gösterilmemeli, paylaşımlarda hekim değerleri sulandırmamalıdır.
Jinekolojik kanserleri sizce kim ameliyat etmeli?
Onkoloji
hastalarının
jinekolojik
onkoloji
eğitimini
almış
jinekolog
onkologlar
tarafından
yapılmasının
uygun
olduğunu
düşünüyorum.
Bilgi
birikiminin
artmasına
paralel
olarak
anabilim
dalları
yan
bilim
dallarına
ayrıldı.
Örneğin
Amerika’da
jinekolojik
onkoloji
bilim
dalının
kurulması
1970’li
yıllara
kadar
gider.
Ülkemizde
ise
2011
yılında
jinekolojik
onkoloji
bilim
dalı
olarak
tanındı
ve
bir
eğitim
programı
oluşturuldu.
Yasalarımıza
göre
kadın
doğum
hekimleri
obstetrik
ve
jinekoloji
ile
ilgili
tüm
operasyonları
yapmaya
yetkindir.
Ancak,
özellikli
cerrahi
ve
girişimler
için
ilave
bir
eğitim
ve
deneyim
olmasının
gerekliliği
de
kaçınılmaz
bir
gerçektir.
Fakat
bu
özellikli
cerrahi
ve
girişimleri
yapan
kadın
hastalıkları
ve
doğum
uzmanlarının
oluşabilecek
komplikasyon
ve
olumsuz
sonuçlarını göz önüne almaları gerekir
Kadın
doğum
hekimlerinin
asistanlık
eğitiminde
yer
almayan
özellikle
estetik
amaçlı
girişimlerini
son
zamanlarda görüyoruz. Bu konudaki fikriniz nedir?
Kadın
doğum
uzmanlarının
genital
estetik
alanında
faaliyet
göstermelerini
çok
anormal
olarak
görmüyorum
fakat
doğruluğu
tartışmalı
bir
konu.
Son
yıllarda
bu
uygulamalara
talebin
arttığı
görülmektedir
ve
bu
talebin
kadın
hastalıkları
ve
doğum
uzmanları
tarafından
karşılanması
doğal
bir
gelişmedir.
Jinekolojik
onkoloji
uzmanlarının
da
malignite
olgularının
doktor
sayısına
göre
az
olması
nedeniyle
bu
tür
estetik
cerrahilere
yönelmesi yadırganacak bir durum değil. Mevcut şartlar nedeniyle bu gelişmeleri olağan karşılıyorum.
Hobileriniz var mı?
Anlamlı
uzun
dönemli
bir
hobim
şu
an
yok.
Eskiden
tenis
oynuyordum.
Her
insanın
bir
hobisi
olmasını
da
düşünüyorum.
Fakat
iş
yoğunluğum
nedeniyle
buna
vaktim
olmuyor.
Boş
zamanlarımda
da
mesleki
alanımla
ilgili (makale yazımı, güncel literatür takibi gibi) işlerle uğraşıyorum.
Türkiye’de tıbbın geleceği ile ilgili düşünceleriniz nelerdir?
Tüm
dünyada
olduğu
gibi
Türkiye’de
de
doktorluğun
her
zaman
önemli
bir
meslek
olacağını
düşünüyorum.
Fakat
tıp
fakültesi
sayısının
çok
fazla
olduğunu
ve
mezun
doktor
sayının
gereğinden
fazla
arttığını
görüyorum.
Hemen
her
şehirde
bir
tıp
fakültesi
var.
Bazı
fakülteler
arasında
100
km’den
daha
az
mesafe
var.
Ülkemizdeki
tıp
fakültesi
dağılımının,
dünyada
bir
örneği
yok.
Ayrıca
bu
aşırı
sayıdaki
tıp
fakültesinde
teorik
ve
pratik
eğitim
verecek
yetkinlikte,
hekim
olduğunu
da
düşünmüyorum.
Gelecekte
doktorlarında
KPSS
sınavı
ile
iş
bulacaklarından
endişe
ediyorum.
Böyle
plansız
yeni
fakülteler
açılmaya
devam
edilirse,
hekimleri
gelecekte
daha zor günler bekleyecektir.
Muayene hekimlerini etkileyen ocak ayında yayınlanan yeni yönetmelik ile düşünceleriniz nedir?
Bu
yönetmelik
sadece
muayenehanesi
olan
hekimleri
değil
tüm
hekimleri
etkileyecek
bir
sorundur.
Çünkü
her
hekim,
yaşamının
bir
döneminde
mesleğini
özel(bireysel)
hekim
olarak
sürdürmek
isteyebilir.
Bu
yönetmelik
ile
hekimler
hastane
yönetimlerine
bireysel
olarak
bağımlı
hale
gelecek
ve
emeği
daha
da
ucuzlayacaktır.
Özetle
bu
yönetmenlik,
hekimlerin
özgür
çalışmalarına
engel
olacak
ve
büyük
mağduriyetler
oluşturacaktır.
Hekimlerin
sorunları
ile
ilgili
bu
ve
benzeri
protestolara
genç
hekimlerin
yeterince
katılmadığını
görüyorum.
Biz
İstanbul
Üniversitenin
bölünmesine
karşı
yaptığımız
protestolara
da
gençlerin
yeterince
katılmadığını
görmüştük.
Ayrıca
ben bölünen üniversitenin birleşmesinden yanayım.
Zaman ayırdığınız için teşekkür ederiz.
Özet:
Sezaryen
sırasında
yenidoğanın
doğumunu
takiben
uterotonik
bir
ilaç
verilmesi
rutindir.
Bununla
birlikte,
çoğunlukla
düşük
riskli
elektif
vakalarda
veya
komplikasyonsuz
doğum
yapan
kadınlarda
gerçekleştirilen
araştırmalarda
çok
fazla
heterojenite
vardır.
Bu
durum,
klinik
uygulamalardaki
önemli
farklılıklara
da
yansımaktadır.
Elektif
ve
intrapartum
sezaryen
sırasında
doz
gereksinimleri
arasında
önemli
farklılıklar
vardır.
Standart
önerilen
dozlar
gerekenden
daha
yüksektir
ve
akut
kardiyovasküler
yan
etkilere
yol
açma
potansiyeli
vardır.
Başlangıçta
küçük
bir
oksitosin
bolus
dozu
ve
ardından
titre
edilmiş
bir
infüzyon
önerilmektedir.
Uterus
atonisi
için
risk
faktörleri
olan
kadınlarda
önerilen
oksitosin
dozlarının
artırılması
gerekebilir.
Oksitosine
eşdeğer
dozlarda
uygulanan
karbetosin
benzer
etkilere
sahip
olmakla
birlikte,
ilk
dozdan
sonra
sürekli
infüzyon
gerekliliğini
ortadan
kaldırır
ve
ek
uterotonik
ihtiyacını
azaltır.
Oksitosinde
olduğu
gibi,
intrapartum
sezaryenlerde
karbetosin
doz
gereksinimleri
daha
yüksektir.
Oksitosin/karbetosin
iyi
bir
uterus
tonusu
sağlayamazsa
erken
dönemde
ikinci
basamak
bir
ajan
düşünülmelidir.
Kardiyak
hastalığı
olan
kadınlar
oksitosin
ve
diğer
uterotoniklerin
yan
etkilerine
karşı
çok
hassas
olabilir
ve
yönetimlerinin
bireyselleştirilmesi
gerekir.
Bu konuda başka hangi kılavuz ifadeleri mevcuttur?
Şu
anda
sezaryen
sırasında
uterotonik
yönetimi
özel
olarak
ele
alan
başka
bir
kılavuz
veya
tavsiye
bulunmamaktadır.
Bu kılavuz bildirisi neden geliştirilmiştir?
Sezaryen
sırasında
uterotoniklerin
kullanımında
geniş
bir
çeşitlilik
vardır:
ilaç
seçimi
(birinci
basamak
ve
ikinci
basamak
uterotonikler);
uygulama
zamanlaması;
doz;
yol;
uygulama
hızı;
ve
idame
rejimi.
Uygulama
büyük
ölçüde
sağlam
bilimsel
verilerden
ziyade
geleneğe
dayanmaktadır.
Oksitosinin
yan
etkilerinin,
etkinlikten
ödün
vermeden
doz
ve
uygulama
hızındaki
değişikliklerle
azaltılabileceğine
dair
kanıtlar
vardır.
Bu
bildiri
şunları
önermektedir:
rutin
seçimli
sezaryen
için
diğer
kılavuzlara
göre
daha
düşük
oksitosin
dozları;
doğum
sonrası
kanama
riski
yüksek
olan
kadınlarda
daha
yüksek
oksitosin
dozları;
ikinci
basamak
uterotoniklerin
kullanımı;
oksitosine
alternatif
olarak
karbetosin
kullanımı
ve
kaynakların
kısıtlı
olduğu
ortamlarda
uterotoniklerin
kullanımına yönelik bir strateji.
Bu bildiri mevcut kılavuzlardan neden farklıdır?
Bu
bildiri,
kanıta
dayalı
öneriler
sunmak
için
son
bilimsel
literatürü
gözden
geçirmekte
ve
sezaryen
sırasında
uterotoniklerin optimal dozu, yolu ve uygulama hızına odaklanmaktadır.
Sezaryen Sırasında Uterotonik Ajanların Kullanımına İlişkin Uluslararası Uzlaşı
Bildirisi
International Consensus Statement on the Use of Uterotonic Agents During Caesarean Section: Guideline
Özetleyen: Dr. Emircan Ertürk
Link: doi:10.1111/anae.14757
Klinik uygulama için öneriler:
1
.
Oksitosin
veya
karbetosin,
doğum
sonrası
kanamayı
önlemek
için
sezaryen
sırasında
fetüsün
doğumundan
hemen sonra rutin uygulama için önerilmektedir.
2
.
İntrapartum
sezaryen
için
oksitosin
ve
karbetosin
doz
gereksinimleri,
düşük
riskli
elektif
sezaryen
için
olandan
birkaç kat daha fazladır ve bu nedenle tüm vakalar için evrensel bir doz uygun değildir.
3
.
Oksitosin,
hızlı
yüksek
doz
bolus
olarak
verildiğinde
önemli
yan
etkilere
sahiptir.
Bu
nedenle
bu
etkileri
azaltmak
için
yavaş
verilmelidir.
Küçük
bir
başlangıç
dozunu
takiben
kontrollü
bir
infüzyon
en
uygun
yaklaşımdır.
4
.
Uterus
atonisi
ve
kanama
riski
yüksek
olan
elektif
sezaryenle
doğum
yapan
kadınlar
için
oksitosin
doz
gereksinimleri
konusunda
araştırma
bulunmamaktadır.
Bu
durumda,
intrapartum
sezaryen
için
doz
rejimini
takip etmek uygun olabilir.
5
.
Oksitosin
için
infüzyon
rejimleri
oldukça
değişkendir,
ancak
antidiüretik
etkiyi
en
aza
indirmek
için
büyük
total
oksitosin
dozlarından
kaçınılmalıdır.
Sıvı
kısıtlaması
gerektiren
kadınlar
için
infüzyon
pompası
kullanılarak
konsantre bir çözelti uygulanması gerekebilir.
6
.
Karbetosin,
benzer
etki
mekanizmasına
ve
yan
etki
profiline
sahip,
daha
uzun
etkili
bir
oksitosin
analoğudur.
Oksitosine
kıyasla
karbetosinin
etki
süresinin
daha
uzun
olması,
ilk
dozdan
sonra
infüzyon
ihtiyacını
ortadan
kaldırır. Bu nedenle, oksitosin yerine tercih edilen ilk basamak ilaç olabilir.
7
.
Oksitosin/karbetosin
yeterli
uterin
tonusu
sağlamazsa,
ikinci
basamak
bir
ilaç
(ergot
alkaloidleri
veya
prostaglandinler)
erkenden
düşünülmelidir.
İkinci
basamak
bir
ajanın
uygulanması
klinik
duruma
ve
kontrendikasyonların
varlığına
göre
yönlendirilmeli
ve
yerel
hastane
politikalarına
ve
kullanılabilirliğe
uygun
olmalıdır.
8
.
Kontrollü
intravenöz
(i.v.)
infüzyonların
hazır
olmadığı,
kaynakların
kısıtlı
olduğu
ortamlarda,
ilacın
etki
süresinin devamı için intramüsküler (i.m.) yol düşünülebilir.
9
.
Önemli
kardiyak
hastalığı
olan
kadınlar
oksitosin
ve
diğer
uterotoniklerin
yan
etkilerine
karşı
çok
hassas
olabilir ve yönetimlerinin bireyselleştirilmesi gerekir.
1
0
.
Fetüsün
doğumundan
önce
uterotonik
ilaçların
yanlışlıkla
verilmesi
felaketle
sonuçlanabileceğinden,
önceden
hazırlanmış
şırıngaların
veya
solüsyonların
bu
dönemde
verilebilecek
diğer
ilaçlarla
karıştırılmamasını
sağlamak için çok dikkatli olunmalıdır.
Giriş
Doğumdan
sonra
uterus
tonusunun
yönetimi,
profilaktik
uterotonik
verilmesini
ve
plasentanın
doğumunu
kolaylaştırmak
ve
kan
kaybını
en
aza
indirmek
için
kontrollü
kord
traksiyonunun
kullanılmasını
içerir.
Bu
genellikle
tek
bir
ilaçla
gerçekleştirilir,
ancak
bazen
ek
ilaçlara
ihtiyaç
duyulur.
Oksitosin
veya
analoğu
karbetosin
ilk
sıradaki
ilaçtır.
Oksitosinin
birincil
etkisi
uterustaki
oksitosin
reseptörleri
üzerinedir;
ayrıca
oksitosin
reseptörlerinin
yanı
sıra
kardiyovasküler
sistemdeki
diğer
reseptörlerin
aracılık
ettiği
yan
etkileri
de
vardır.
ST-segment
depresyonu,
hipotansiyon
ve
taşikardi
gibi
yan
etkileri
iyi
bilinmektedir
ve
anne
ölümlerine
katkıda
bulunan
bir
neden
olarak
gösterilmiştir.
İkinci
basamak
ilaçlar
olan
ergot
türevleri
ve
prostaglandinlerin
de
önemli
kardiyovasküler
ve
diğer
yan
etkileri
vardır.
Sezaryen
sırasında
uterotonik
kullanımına
ilişkin
uluslararası
kılavuzlar
değişkendir
(Tablo
1).
Kılavuzların
çoğu
uterotonik
kullanımı
için
tek
bir
öneride
bulunmakta
ve
inatçı
uterus
atonisi
varlığında
ek
ajanların
kullanımını
tartışmamaktadır.
Kadın
doğum
uzmanları
ve
anestezistler
tarafından
uterotonik
uygulamasına
ilişkin
yapılan
bir
dizi
araştırma,
uygulama
şekli
(bolus
vs.
sürekli
infüzyon),
sıklık
(rutin
vs.
Sezaryen
sırasında
uterotonik
kullanımına
ilişkin
profilaksi
ve
tedavinin
kademelendirilmesi
de
dahil
olmak
üzere
odaklanmış önerilere ihtiyaç olduğu açıktır.
Tanımlar
Birincil
farmakolojik
etkileri
olarak
uterus
kasılmasını
indükleyen
ilaçlar
uterotonik
olarak
adlandırılabilir.
'Oksitosik'
bazen
aynı
anlamda
kullanılır,
ancak
uterus
kontraksiyonuna
neden
olan
bazı
ilaçlar
oksitosinden
türetilmediğinden,
bu
karışıklığa
yol
açabilir
ve
bu
nedenle
bu
terim
kullanılmamaktadır.
Aşağıdaki
terimleri
kullanılması
önerilmektedir:
Birinci
basamak
ilaç
-
uterus
tonusunu
sağlamak
ve
birincil
doğum
sonrası
kanamayı
önlemek
için
aktif
bir
yönetim
stratejisinin
bir
parçası
olarak
doğumdan
sonra
profilaktik
olarak
kullanılan
uterotonik
bir
ilaç.
İkinci
basamak
ilaç,
birinci
basamak
ilaçtan
sonra
aşağıdaki
durumlarda
kullanılan
uterotonik
ilaçlardır;
bir
kadının
doğum
sonrası
kanama
riskinin
daha
yüksek
olduğu
düşünüldüğünde;
birinci
basamak
ajandan
sonra
uterus
tonusunun
yetersiz
olduğu
veya
intraoperatif
kan
kaybının
fazla
olduğu
(
genellikle
500
ml'den
fazla
kan
kaybı,
majör/şiddetli
kanama
ise
1000
ml'den
fazla
kan
kaybı)
durumlarda
kullanılan
uterotoniklerdir.
Oksitosin
Oksitosin
etkilerini
G
proteinine
bağlı
reseptörlere
bağlanarak
gösterir.
Oksitosin
reseptörleri,
miyometriyum
ve
endometriyum,
kardiyovasküler
sistem
ve
merkezi
sinir
sistemi
dahil
olmak
üzere
tüm
vücutta
yaygın
olarak
eksprese
edilir.
Gebeliğin
sonuna
doğru
uterustaki
oksitosin
reseptörlerinde
dramatik
bir
artış
olur.
Oksitosinin
uterotonik
etkilerine
iki
şekilde
aracılık
edilir:
birincisi,
reseptörün
uyarılmasıyla
miyometriyumda
doğrudan
kasılma
etkisine
yol
açarak;
ikincisi
ise
endometriyumda
prostaglandin
PGF2a
üretimini
uyararak.
Diğer
G
proteinine
bağlı
reseptörlere
benzer
şekilde,
oksitosin
reseptörleri
hızlı
homolog
duyarsızlaşmaya
uğrar.
Bu
fenomenin
hem
in
vitro
hem
de
in
vivo
olarak
meydana
geldiği
gösterilmiştir
ve
sonraki
oksitosin
uygulamasına
uterus
yanıtı
da
dahil
olmak
üzere
önemli
klinik
etkileri
vardır.
Bu
nedenle,
iki
klinik
durum
arasında
ayrım
yapmak
önemlidir;
elektif
veya
planlanmış
sezaryen
ve
kadının
doğumda
olduğu
ve/veya
eksojen
oksitosin
infüzyonu
aldığı
intrapartum
sezaryen
(oksitosine
maruz
kalan),
çünkü
bu
durumlarda
hem
dolaşımdaki
hormon
seviyelerinde hem de reseptör duyarlılığındaki akut değişikliklerde büyük farklılıklar vardır.
Elektif sezaryen
Elektif
sezaryende
uterotonik
kullanımını
değerlendiren
çalışmaların
çoğu,
tutarlı
yanıtlara
yardımcı
olduğu
için
komplike olmayan düşük riskli kadınlarda yapılmıştır.
Bolus
İki
çalışma,
uterin
atoni
için
düşük
riskli
sağlıklı
komplike
olmayan
gebeliklerde
elektif
sezaryen
için
optimal
dozu
incelemiştir.
Carvalho
ve
arkadaşları,
0,35
(%95CI
0,2-0,5)
IU'luk
bir
dozun,
uygulamadan
3
dakika
sonra
kadınların
%90'ında
yeterli
uterus
tonusu
elde
etmede
etkili
olduğunu
göstermiştir.
Yeterli
uterus
tonusu
elde
edildikten
ve
çalışma
tamamlandıktan
sonra,
6
saat
boyunca
idame
rejimi
olarak
2,4
IU/
saat
infüzyonu
başlatılmıştır.
Butwick
ve
arkadaşları,
0
IU
ile
5
IU
arasındaki
oksitosin
dozları
için
bir
doz-yanıt
çalışması
gerçekleştirmiştir.
Tavan
etkisi
bulmuşlar
ve
2
dakika
sonra
yeterli
uterus
tonusu
elde
etmek
için
0,5
IU'dan
fazla
dozun
sınırlı
fayda
sağladığını
belirtmişlerdir.
0
IU
grubundaki
kadınların
%73'ünde
ek
oksitosine
ihtiyaç
duyulmadan
yeterli
uterus
tonusu
elde
edilmiştir.
Yan
etkiler
açısından
0,5
IU
ile
1
IU
arasında
fark
yoktu;
ancak
yan
etkiler
>
1
IU
dozlarda
arttığı belirtilmiştir.
İnfüzyon
Kuzey
Amerika'da
oksitosinin
bolus
yerine
hızlı,
genellikle
düzenlenmemiş
bir
infüzyonla,
örneğin
500
ml
kristaloid
solüsyonda
30
IU
oksitosin
ile
uygulanması
yaygın
bir
uygulamadır.
Bu
nedenle,
uterus
tonusunu
başlatmak
için
tasarlanan
bu
yüksek
oranlı
infüzyonlar,
tonusu
korumak
için
yapılan
düşük
oranlı
infüzyonlardan
ayırt
edilmelidir.
İki
doz
bulma
çalışması,
yeterli
uterus
tonusunu
başlatmak
için
optimal
kalibre
edilmiş
oksitosin
infüzyon
oranlarını
belirlemiştir.
George
ve
arkadaşları,
doğumdan
4
dakika
sonra
yapılan
ilk
değerlendirmede,
tatmin
edici
uterus
tonusu
elde
etmek
için
oksitosin
infüzyonunun
ED90
(%95CI)
değerinin
0,29
(0,15-0,43)IU/
1.
dakika
(17,4
(9,0-25,8)
IU/1.
saat)
olduğunu
bulmuştur.
Lavoie
ve
arkadaşları,
karşılaştırılabilir
bir
metodoloji
kullanarak,
0,27
(0,21-0,32)
IU/1.
dakika
(16,2
(13,1-19,3)
IU/1.
saat)
gibi
çok
benzer
bir
ED90
bulmuşlardır.
Yeterli
uterus
tonusunun
son
noktasının
4.
dakikada
değerlendirildiği
göz
önüne
alındığında,
bu
noktada
uygulanan
toplam
doz,
tek
bolus
dozu
kullanan
çalışmalarla
tutarlı
olarak
yaklaşık
1
IU
olmuştur.
Bu
çalışmaların
her
ikisinde
de
standart
sabit
oksitosin
infüzyon
hızına
geçilmiştir;
biri
ameliyatın
sonunda,
diğeri
ise
1
saat
sonra.
Oksitosin,
infüzyon
hızı
<
2,7
IU/saat
olduğunda
sadece
zayıf
antidiüretik
aktiviteye
sahiptir,
bu
da
oksitosinin
renal
hemodinamik
ve
su
ve
elektrolit
atılımı
üzerindeki
etkilerini
en
aza
indirmek
için
mümkünse
infüzyon
hızının
sınırlandırılması gerektiğini düşündürmektedir.
İntrapartum sezaryen
Bolus
İlerlemeyen
travay
nedeniyle
sezaryen
yapılan
kadınlarda
yeterli
uterus
tonusu
için
ED90
2,99
(%95CI
2,3-3,7)
IU
olarak
bulunmuştur,
bu
da
benzer
metodoloji
kullanılarak
elektif
sezaryende
bulunan
dozun
dokuz
katıdır.
Kadınlar
sezaryenden
önce
ortalama
9,8
(6,3)
saat
boyunca
doğum
sırasında
oksitosin
infüzyonu
aldıklarından,
bu
durum
muhtemelen
oksitosin
reseptör
duyarsızlaşmasından
kaynaklanmaktadır.
Bu
grubun
daha
önceki
çalışmasında
olduğu
gibi,
yeterli
uterus
kontraksiyonu
sağlandıktan
ve
çalışma
tamamlandıktan
sonra
6
saat
boyunca 2,4 IU/saat idame infüzyonu kullanılmıştır.
İnfüzyon
Lavoie
ve
arkadaşları,
elektif
sezaryen
olan
kadınlarla
aynı
yöntemleri
kullanarak
sezaryen
olan
doğum
yapan
kadınlar
üzerinde
çalışmışlardır.
Doğum
sırasında
oksitosin
infüzyonu
yapılan
kadınlarda
doğumdan
4
dakika
sonra
tatmin
edici
tonus
elde
etmek
için
oksitosin
infüzyonu
için
ED90
(%95CI)
değerini
0,74
(0,56-0,93)IU/dakika
(44,2
(33,8-55,6)
IU/saat)
olarak
belirlemişlerdir,
bu
değer
doğum
yapmayan
kadınlardan
neredeyse
üç
kat
daha
yüksektir.
Dört
dakikalık
değerlendirmede
oksitosin
dozu
yaklaşık
3
IU
idi.
Ayrıca,
doğum
sırasında
sezaryen
olan
kadınların
%34'ü
ek
uterotonik
ajanlara
ihtiyaç
duyarken,
bu
oran
elektif
sezaryen
olan
kadınlarda
%8'dir.Munn
ve
arkadaşları,
10
IU
oksitosin
kullanıldığında
%39'a
karşı
%19'da
ek
uterotoniklere
ihtiyaç
duyulduğunu
tespit
etmiştir.
Bolus ve Devamında İnfüzyon
Uterus
atonisi
için
≥
1
risk
faktörü
(aşırı
distandü
uterus;
doğum
sırasında
oksitosin
infüzyonu;
koryoamniyonit;
klinik
öykü;
plasenta
praevia;
yüksek
parite)
olan
kadınlarda
elektif
ve
intrapartum
sezaryen
karma
çalışma
popülasyonunda
yapılan
bir
çalışmada
anlamlı
bir
ek
uterotonik
ilaç
ihtiyacı
görülmüştür.
Plasentanın
doğumundan hemen sonra uterus tonusunda küçük farklılıklar görülmüştür.
Yan Etkiler
Hemodinamik Etkiler
Oksitosinin
hemodinamik
etkileri
aşağıdakilerle
ilişkilidir:
uygulanan
doz;
uygulama
hızı;
preeklampsi
veya
kardiyak
hastalık
gibi
komorbiditelerin
varlığı;
hastanın
volüm
durumu;
ve
tekrarlanan
dozların
uygulanıp
uygulanmadığı.
Bölgesel
anestezi
altında
sezaryen
sırasında
oksitosin
uygulamasına
ilişkin
,
oksitosin
uygulamasından
sonra
kalp
hızı
ve
atım
hacmindeki
artışın
aracılık
ettiği
periferik
vazodilatasyon,
hipotansiyon
ve
artmış
kardiyak
output
gösterilmiştir.
Oksitosinin
pulmoner
ve
sistemik
dolaşım
üzerindeki
etkileri
pulmoner
arter
kateterizasyonu
kullanılarak
yapılan
bir
çalışmada
ölçülmüştür.
10
IU
oksitosin
bolusunu
takiben
30
saniye
sonra
femoral
arter
basıncında
%40,
sistemik
ve
pulmoner
vasküler
dirençte
sırasıyla
%59
ve
%40
azalma
görülmüştür.
Kalp
hızı
%31
ve
atım
hacmi
%17
artmış
ve
kalp
debisi
%54
artmıştır.
Enjeksiyondan
150
saniye
sonra
pulmoner
arter
ve
pulmoner
wedge
basıncı
sırasıyla
%33
ve
%35
oranında
artmıştır.
Ancak,
bu
çalışmadaki
tüm
kadınlara
genel
anestezi
uygulanmıştır
ve
bu
da
bölgesel
anestezi
uygulanan
kadınlarla
karşılaştırılabilirliği sınırlamaktadır.
Oksitosinin
yavaş
uygulanması
daha
az
kardiyovasküler
etkiye
neden
olur.
İnfüzyon
şeklinde
5
dakika
boyunca
uygulanan
5
IU'luk
bir
doz,
ortalama
arter
basıncında
5
mmHg'lik
bir
düşüş
ve
kalp
atış
hızında
10
atım/dk'lik
bir
artışla
ilişkilendirilmiştir;
buna
karşılık
bolus
şeklinde
verilen
aynı
5
IU'luk
dozdan
sonra
27
mmHg'lik
bir
düşüş
ve
17
atım/dk'lik
bir
artış
görülmüştür.
Tekrarlanan
oksitosin
dozları,
muhtemelen
reseptör
duyarsızlaşmasından
kaynaklanan
zayıflamış
bir
kardiyovasküler
etki
ile
ilişkilidir.
80
mg
fenilefrin
ile
2,5
IU
oksitosinin
30
saniye
boyunca
birlikte
uygulanmasının,
sistemik
vasküler
dirençteki
azalmayı
engellediği
ancak
kalp
atış
hızı
ve
kalp
debisindeki
artışı
önlemediği
gösterilmiştir.
Başka
bir
çalışmada,
3
IU
oksitosinden
önce
50
mg
fenilefrin
uygulanması
preeklampsili
kadınlarda,
sağlıklı
kadınlarla
karşılaştırıldığında
2,5
IU
oksitosin
bolusundan
sonra
benzer
geçici
hemodinamik
etkiler
görülmüştür.
Aort
stenozu,
peripartum
kardiyomiyopati
ve
konjenital
kalp
hastalığı
gibi
çeşitli
kardiyak
rahatsızlıkları
olan
kadınlarda
0,1-0,5
IU
oksitosin
dozlarının
uygulandığı
bir
başka
gözlemsel
çalışmada,
geçici
de
olsa
kan
basıncında
önemli
düşüşler
ve
kalp
debisinde
artışlar
görülmüştür.
Köpeklerin
atriyumunda
oksitosinin
negatif
inotropik
etkisi
bulunmuştur.
İnsan
atriyal
miyositlerinde
bu
etki
oksitosinin
kendisinden
ziyade
koruyucu
klorobütanol
ile
ilişkilendirilmiştir.
Sezaryen
sırasında
ST
depresyonunun
önemi
ve
miyokardiyal
hasar
ile
ilişkisi
tartışılmıştır.
Sezaryen
sırasında
ST
segment
değişiklikleri
kadınların
%25-
47'sinde
görülür.
ST
depresyonu
ile
birlikte
göğüs
ağrısı
görülme
sıklığı
%5-33'tür.
Önerilen
tetikleyici
faktörler
arasında
hipotansiyon,
taşikardi,
venöz
hava
embolisi
ve
efedrin
kaynaklı
taşikardi
yer
almaktadır;
nedensellik
konusunda
çelişkili
görüşler
olmasına
ve
kesin
kanıtlar
olmamasına
rağmen,
oksitosinin
katkıda
bulunan
bir
rol
oynaması
muhtemeldir..
Oksitosin
kullanımı
anesteziden
bağımsız
olarak
ST
depresyonuna
neden
olabilir.
Bolus
dozda
10
IU
oksitosin,
spinal
anestezi
ile
sezaryen
olan
kadınların
yaklaşık
%50'sinde
geçici
ST
depresyonu
oluşturmuştur,
ancak
bu
etki
aynı
dozda
verilen
gebe
olmayan
ve
anestezi
uygulanmamış
kadınların
benzer
bir
yüzdesinde
de
görülmüştür.
Oksitosinin
bu
olumsuz
kardiyovasküler
etkisi
doza
bağlıdır.
Randomize
bir
çalışmada,
5
IU
oksitosin
bolus
sonrası
kadınların
%8'inde,
10
IU
sonrası
ise
%22'sinde
ST
depresyonu
meydana
geldiği
bulunmuştur.
Bu
durum
ikinci
grupta
daha
şiddetli
hipotansiyon
ile
ilişkilendirilmiştir.
Bununla
birlikte,
troponin
artışı
her
iki
dozdan
sonra
da
%4'lük
benzer
bir
insidansla
meydana
gelmiştir,
bu
da
ST
depresyonu
ile
miyokardiyal
hasar
arasında
sıkı
bir
bağlantı
olmadığını
göstermektedir.
İlginç
bir
şekilde,
ST
depresyonu
bölümlerinin
üçte
biri
oksitosin
uygulamasından
önce
ya
da
3
dakikadan
daha
uzun
bir
süre
sonra
meydana
gelmiştir,
bu
da
oksitosinin
ST
depresyonuna
neden
olan
çeşitli
faktörlerden
yalnızca
biri
olduğu
fikrini
desteklemektedir.
ST
depresyonu,
3
IU
oksitosin
15
saniye
boyunca
verildiğinde
40
kadından
üçünde
meydana
gelirken,
beş
dakikadan
fazla
infüze
edildiğinde
hiçbirinde
meydana
gelmemiştir.Hem
sezaryen
hem
de
vajinal
doğum
sırasında,
hipovolemik
kadınlara
bolus
oksitosinin
hızlı
bir
şekilde
uygulanmasının
aşırı
hemodinamik
dengesizliğe
veya
kollapsa
neden
olabileceğini
gösteren
birkaç
rapor
bulunmaktadır.
Birinde
yüksek
spinal
blok
olan
ve
aynı
zamanda
hipovolemik
olan,
diğerinde
ise
pulmoner
hipertansiyonu
olan
iki
kadında
10
IU
oksitosin
ölümün tetikleyici nedeni olmuştur.
Diğer Yan Etkiler
Oksitosin,
antidiüretik
hormon
(ADH;
vazopressin)
ile
yapısal
benzerlik
gösterdiğinden
ve
bu
nedenle
ADH
reseptörünü
aktive
ettiğinden
su
retansiyonuna
ve
ardından
hiponatraemiye
neden
olabilir.
Oksitosin
bulantı
ve
kusmaya
neden
olabilir;
5
IU
bolus
ve
ardından
24
saat
boyunca
10
IU
infüzyondan
sonra
kadınların
%15'inde
kusma
meydana
gelmiştir.
Bu
advers
etki
dozla
ilişkilidir;
bulantı
2
IU
veya
5
IU
oksitosinden
sonra
kadınların
sırasıyla
%5'ine
karşılık
%33'ünde
ve
kusma
%2,5'ine
karşılık
%15'inde
meydana
gelmiştir.
Oksitosin
ile
gözlenen
diğer
yan
etkiler
şunlardır:
sıcaklık
hissi;
çarpıntı;
kızarma;
burun
tıkanıklığı;
ağız
kuruluğu;
metalik
tat;
baş
ağrısı;
titreme; ve kaşıntıdır.
Emzirme
Doğum
sırasında
oksitosin
kullanımı
emzirme
oranlarında
azalmaya
neden
olmuştur.
Ekzojen
oksitosinin
emzirmeyi
etkileyebileceği
potansiyel
mekanizmalar
arasında
diğer
oksitosin
reseptörlerinin
aşağı
regülasyonu
ve
transplasental geçiş yer almaktadır.
Karbetosin
Karbetosin,
kimyasal
yapısı
1-de-amino-1-karba-2-tirozin
(0-metil)
oksitosin
olan
sentetik
bir
oksitosin
analoğudur.
Deaminasyon ve disülfidaz bölünmesi yoluyla metabolizmaya daha az duyarlı hale getirir. İ.v. enjeksiyonu takiben
yaklaşık
40
dakikalık
bir
plazma
yarı
ömrüne
sahiptir
ve
oksitosinden
4-10
kat
daha
uzundur.
Buna
ek
olarak,
karbetosin
oksitosinden
daha
yüksek
bir
lipofilisiteye
sahiptir,
bu
da
doku
dağılımını
değiştirir
ve
reseptör
kompartmanında
artan
bir
yarı
ömürden
sorumludur.
Karbetosin,
oksitosin
reseptörü
için
oksitosin
ile
benzer
bir
afiniteye
sahiptir.
Benzer
bir
afiniteye
rağmen,
hayvan
modellerinde
etki
gücü
mol
başına
mol
bazında
oksitosinin
yaklaşık
onda
biridir;
oksitosine
kıyasla
karbetosinin
azalan
etki
gücü,
insan
miyometriyal
şeritleri
kullanılarak
yapılan
in-vitro
çalışmalarında
doğrulanmıştır.
Term
gebe
insan
miyometriyumunun
oksitosinle
ön
muamelesi,
karbetosin
tarafından
üretilen
kasılmaları
zayıflatmıştır;
bu
da
oksitosinin
daha
fazla
uygulanmasıyla
gösterilen
etkilere benzerdir.
Elektif
sezaryen
sırasında
standart
dozdan
daha
düşük
bir
karbetosin
dozunun
kabul
edilebilir
olduğuna
dair
bazı
göstergeler
vardır,
ancak
bu
sonuçların
gelecekteki
çalışmalarda
doğrulanması
gerekir.
Oksitosinde
olduğu
gibi,
intrapartum
sezaryen
için
karbetosinin
ED90'ı
121
mikrogram
ile
elektif
sezaryenden
daha
yüksektir,
bu
da
muhtemelen
oksitosin
reseptör
duyarsızlaşmasından
kaynaklanmaktadır.
İntrapartum
elektif
doz
oranı
oksitosin
için
olana
benzerdir.
Oksitosine
gelince,
intrapartum
sezaryen
olan
kadınların
karbetosinden
sonra
elektif
sezaryene
göre
daha
sık
ikinci
basamak
uterotonik
takviyesine
ihtiyaç
duyması
beklenmektedir.
2012'de
yayınlanan
bir
Cochrane
incelemesi,
vajinal
doğum
veya
sezaryen
sonrası
çeşitli
uygulama
yollarıyla
100
mikrogram
bolus
karbetosin
dozunu
diğer
uterotonik
ajanlarla
karşılaştıran
2635
kadın
üzerinde
yapılan
11
çalışmayı
içermektedir.
Oksitosinin
karşılaştırma
aracı
olduğu
durumlarda,
kullanılan
doz
çalışmalar
arasında
önemli
ölçüde
farklılık
göstermiştir.
İncelemeden
elde
edilen
havuz
verileri,
sezaryen
olan
kadınlar
için
karbetosinin
daha
düşük
şiddetli
doğum
sonrası
kanama
riski,
ek
terapötik
uterotonik
ve
oksitosine
kıyasla
doğum
sonrası
uterin
masaj
ihtiyacı
daha
azdır.
Oksitosine
göre
daha
olumlu
bir
yan
etki
profili
sergilemesine
rağmen,
karbetosin
kardiyovasküler
yan
etkilerle
ilişkilidir.
Oksitosinde
gözlendiği
gibi
hipotansiyon,
bulantı,
kusma,
ST
depresyonu,
aritmiler,
ateş
basması
ve
karın
ağrısına
neden
olabilir.
Spinal
anestezi
altında
sezaryen
sırasında
standart
100
mikrogram
karbetosin
ve
5
IU
oksitosin
dozlarının
kardiyovasküler
etkilerini
karşılaştıran
çalışmalar,
iki
ilaç
için
esasen
ayırt
edilemez
hemodinamik
etkiler
göstermiştir.
Preeklampsi
ve
eklampsi
üretici
ruhsatında
kontrendikasyon
olarak
yer
alsa
da,
randomize
kontrollü
bir
çalışmada
şiddetli
preeklampsili
hastalarda
karbetosin
kullanımının
önemli
bir
advers
hemodinamik
etkisi
olmadığı
bulunmuştur.
Sadece
çok
az
miktarda
karbetosin
plazmadan
anne
sütüne
geçer.
Bu
klinik
bir
endişe
kaynağı
değildir,
çünkü
karbetosin
bebeğin
gastrointestinal
sisteminde
hızla
parçalanır.
12
aylık
bir
süre
boyunca
1500
sezaryen
ameliyatının
simüle
edilmiş
bir
modelinde,
bir
meta-analizden
elde
edilen
klinik
veriler
ve
İngiltere'den
fiyatlandırma
verileri
kullanılarak,
karbetosinin
doğum
sonrası
kanama
insidansını
azaltma
olasılığının
%91
olduğu
bulunmuştur.
Malezya'da
yapılan
benzer
bir
çalışmada,
oksitosin
ile
karşılaştırıldığında
yılda
1500
sezaryen
başına
54
doğum
sonrası
kanama
vakasının
ve
52
transfüzyonun
önlenmesiyle
karbetosinin
klinik
etkisinin
daha
da
yüksek
olduğu
bulunmuştur.
Yüksek
sıcaklıklarda
saklama
sırasında
oksitosinin
etki
gücünü
kaybettiğine
dair
endişeler
vardır,
ancak
bunlar
diğer
yazarlar
tarafından
desteklenmemiştir.
Üretici,
karbetosinin
60
°C'ye
kadar
olan
sıcaklıklarda
1
ay, 50 °C'de 3 ay, 40 °C'de 6 ay ve 30 °C'de 3 yıl saklanabileceğini belirtmektedir.
Diğer Uterotonik Ajanlar
İkinci
basamak
uterotonikler
ergot
alkaloidleri
ve
prostaglandinleri
içerir.
Ergometrin
(ergonovin)
ve
metilergometrin
(metilergonovin)
adrenerjik,
dopaminerjik
ve
5-HT
reseptörlerinin
spesifik
aktivasyonu
ile
sürekli
uterus
kasılması
yoluyla
uterus
kas
tonusunu
artıran
ergot
alkaloidleridir.
Plazma
yarı
ömrü
30-120
dakikadır.
En
sık
görülen
yan
etkileri
hipertansiyon,
bulantı
ve
kusmadır.
Ergotnalkaloidler
periferik
vazokonstriksiyona
yol
açarak
sistemik
arter
basıncının
ve
santral
venöz
basıncın
yükselmesine
neden
olabilir.
Preeklampsi
ve
hipertansiyonu
olan
kadınlarda
abartılı
hipertansif
etkiler
görülebileceğinden
rölatif
kontrendikedir.
Koroner
arter
spazmı
ile
ilişkilendirilmiş,
göğüs
ağrısı
ve
çarpıntıya
neden
olmuştur.
Bulantı
ve
kusmanın
yanı
sıra
diğer
yan
etkiler
ishal,
baş
ağrısı,
karın
ağrısı
ve
dispneyi
içerir.
Prostaglandinler
farklı
G
proteinine
bağlı
reseptörlere
bağlanan
parakrin
veya
otokrin
ajanlar
olarak
etki
eden
araşidonik
asitten
türetilen
biyoaktif
lipidlerdir.
Bazı
prostaglandinler
FP,
EP1,
EP3
ve
TP
reseptörlerinin
aktivasyonu
yoluyla
miyometriyal
kasılmayı
uyarır.
Misoprostol,
mide
ülserlerinin
önlenmesi
ve
tedavisi
için
ruhsatlı
olan
prostaglandin-E1
analoğudur.
Uterotonik
bir
ajan
olarak
dünya
çapında
lisanssız
olarak
kullanılmaktadır.
Sublingual,
oral,
vajinal
veya
rektal
kullanımdan
9-15
dakika
sonra
emilir.
Yarılanma
ömrü
20-40
dakikadır.
Misoprostolün
en
belirgin
yan
etkisi
hiperpireksidir.
Sentetik
bir
PGF2a
analoğu
olan
karboprost
ve
sentetik
bir
PGE2
analoğu
olan
sülproston
da
doğum
sonrası
kanama
tedavisinde
kullanılmaktadır,
ancak
önemli
yan
etkileri
nedeniyle
sezaryen
sırasında
profilaktik
tedavi
için
kullanılmamaktadır.
Karboprost,
astımı
olmayan
hastalarda
bile
önemli
bronkospazma
neden
olabilir
.
Diğer
etkileri
arasında
hipertansiyon,
diyare,
bulantı,
kusma,
kızarma,
hiperpireksi
ve
miyalji
bulunmaktadır.
Sulprostone
ateş,
ishal
ve
ağrılı
uterus
kontraksiyonuna
neden
olabilir.
Sulprostone,
kanamaya
bağlı
hipovolemik
şok
sırasında,
dinoprost
ile
birlikte
veya
sürekli
i.v.
infüzyon
olarak
uygulandığında
kardiyak
arrest
dahil
olmak
üzere
kardiyak
veya
solunum
yan
etkileri
bildirilmiştir.
135.559
kadınla
yapılan
196
klinik
çalışmayı
içeren
yeni
bir
Cochrane
meta-
analizi,
hem
vajinal
hem
de
sezaryen
doğumlardan
sonra
profilaktik
uterotonik
ilaçların
tüm
kombinasyonlarını
incelemiştir.
Ergot
alkaloidleri
veya
prostaglandinlerin
tek
başına
veya
oksitosin
ile
birlikte
sezaryende
ilk
basamak
profilaktik
tedavi
olarak
plaseboya
kıyasla
araştırıldığı
hiçbir
çalışma
bulunmamaktadır.
Sezaryen
sırasında
tek
başına
profilaktik
karbetosin
kullanımı,
plasebo
ile
karşılaştırıldığında
doğum
sonrası
kanama
oranını
azaltmamıştır.
Sezaryen
sırasında
≥
500
ml
kan
kaybı
riskini
değerlendiren
bir
alt
grup
analizinde,
sadece
20
IU
oksitosin
infüzyonu
ile
sublingual
misoprostol
400
mcg
kombinasyonu
tek
başına
oksitosinden
üstün
bulunmuştur
.
Majör
postpartum
kanama
(kan
kaybı
≥
1000
ml)
için,
herhangi
bir
ajan
ile
oksitosin
arasında
fark
olduğuna
dair
kanıt
bulunmamıştır.
Doğrudan
karşılaştırılabilir
çalışmaların
olmaması
kesin
sonuçlara
varmayı
zorlaştırmaktadır.
Sezaryen
ameliyatı
geçirmiş
ve
karboprost
veya
metilergometrin
almış
1335
kadının
kayıtları
analiz
edildiğinde
kanamaya
bağlı
morbidite
riski
(kan
transfüzyonu;
kanamayı
kontrol
etmek
için
ek
cerrahi
müdahale
ihtiyacı),
karıştırıcılar için düzeltme yapıldıktan sonra bile karboprost grubunda önemli ölçüde artmıştır.
Kaynakların
sınırlı
olduğu
ortamlarda
yüksek
kaynaklara
sahip
ortamlar
için
ikinci
basamak
ajanlar
olarak
ayrılan
ilaçlar,
oksitosin
mevcut
olmadığında
birinci
basamak
ajanlar
olarak
uygun
olabilir.
Kaynakların
yetersiz
olduğu
ortamlardaki
kısıtlamalar,
uterotonik
ajanların
kullanımına
ilişkin
dikkatli
risk-yarar
kararlarına
daha
da
fazla
vurgu
yapmaktadır.
Oksitosinin
olumsuz
hemodinamik
etkilerinin
hipovolemik
kadınlarda
daha
belirgin
olması
muhtemeldir
ve
bu
nedenle
ilacın
yavaş
ve
mantıklı
bir
şekilde
uygulanması
rutin
vakalara
göre
daha
da
önemlidir.
Bununla
birlikte,
ameliyat
sonrası
oksitosin
infüzyonu
isteniyorsa,
ancak
personel
veya
ekipmanla
ilgili
sorunlar
nedeniyle
güvenilir
bir
şekilde
uygulanamıyorsa,
i.m.
uygulama
bir
alternatiftir.
Önerilen
bir
protokol
4
saat
sonra
tekrarlanan
sentometrindir
(500
mcg
ergometrin
ile
5
IU
oksitosin;
veya
kontrendike
ise
10
IU
oksitosin).
Güvenlik Hususları
Uterotonik
ajanların
doğumdan
önce
yanlışlıkla
verilmesi
yenidoğan
için
felaket
sonuçlar
doğurabilir.
Birleşik
Krallık'ta
obstetrik
anestezideki
ilaç
hataları
üzerine
yapılan
bir
ankette,
70
hatadan
üçünün
doğum
öncesinde
oksitosin
verilmesiyle
ilgili
olduğu
bildirilmiştir.
İstenmemesine
rağmen
uterus
tonik
kasılmasına
yol
açmayan
epidural
oksitosin
uygulaması
da
tanımlanmıştır.
İlaç
hatası
riskini
en
aza
indirmek
için
tanımlanan
stratejiler
şunlardır:
ampul
etiketinin
dikkatlice
okunması;
şırınga
için
renkli
etiketler;
çalışma
alanında
ayrı
tepsiler;
önceden
doldurulmuş şırıngalar; ve sadece gerekli olduğunda oksitosin çekilmesi.
Sonuç;
Sezaryen
sırasında
uterotonik
ilaçların
etkinliğini
incelemek
için
standart
protokoller
geliştirilmelidir.
Doğru
ölçülmüş
kan
kaybı
gibi
klinik
açıdan
önemli
son
noktaları
olan
büyük
çalışmalar
gereklidir.
Yüksek
uterus
atonisi
riski
taşıyan
kadınların
sezaryen
prevalansının
artmasıyla
birlikte,
bu
hasta
grubunda
oksitosin
ve
diğer
uterotoniklerin optimal uygulamasına rehberlik edecek çalışmalar gerekmektedir.
GİRİŞ
Endometriozis
klasik
olarak
on
yıl
öncesine
kadar
rutin
olarak
uygulanan
tanısal
laparoskopiler
sırasında
teşhis
ediliyordu.
Bu
uygulama,
endometriozis
teşhisinde
cerrahinin
altın
standart
olduğu
kabul
kabulüyle
de
uyumluluk
gösteriyordu.
Günümüzde
özellikle
tüp
bebek
tedavilerinde
medikal
tedavilerle
gebelik
elde
edilmesi
ön
planda
olduğundan
rutin
tanısal
laparoskopiler
yapılmamaktadır.
Modern
görüntüleme
teknikleri
,ultrason
ve
manyetik
rezonans
görüntülemeleri
sistematik
olarak
kullanıldığında,
endometriozis
teşhisi
için
güvenilir
bir
tanı
seçeneği
sunmuştur. İnfertilitede endometriozis varlığı öykü ve fizik muayene temelinde belirlenmesi gerekmektedir.
Klasik
olarak,
endometriozis
ideal
olarak
cerrahi
çıkarılan
dokuda
histolojik
olarak
doğrulanan
cerrahi
bir
tanıdır.
Günümüzün
yardımcı
üreme
teknolojisinin
(YÜT)
yüksek
etkinliği
nedeniyle,
30’lu
yaşlarındaki
kadınlarda
IVF
öncelikli
yaklaşımları
aşamalı
olarak
benimsenmektedir.
Bu
yeni
infertilite
yönetiminde
öncelikle
aşağıdaki
soruların cevaplanmasını gerekmektedir:
•
Günümüzde infertilitesi olan kadınlarda endometriozis nasıl teşhis edilmelidir?
•
Endometriozisin oosit kalitesi ve IVF sonucu üzerine etkisi nedir?
•
Endometriozisin endometriyal reseptivite üzerine etkisi nedir?
•
Endometriozis ile ilişkili infertilite yönetiminde hala ameliyatın yeri var mı?
Bu
makale
özellikle
endometriozis
ile
ilişkili
infertilite
yönetiminde
endometriozis
teşhisine
ve
klinik
yönetimin
sonuçlarına vurgu yapmaktadır.
TANISAL LAPAROSKOPİLERİN KADEMELİ OLARAK TERK EDİLMESİ
Yakın
zamana
kadar,
tanısal
laparoskopiler
infertilite
yönetiminde
kadınların
%35-40'ında
endometriozis
teşhis
ve
tedavisinde kullanılıyordu.
Bugün
IVF
başarı
oranı
35
yaşından
küçük
kadınlar
da
%40'ı
aşan
canlı
doğum,35
yaş
üstü
kadınlarda
sadece
öploid
embriyoların
transfer
edildiğinde
yine
benzer
sonuçlar
elde
edilebilmektedir.
Bu
dikkat
çekici
sonuçlar
nedeniyle infertilite şikayeti olan endometriozis hastalarına uzmanlar öncelikle IVF tedavisi önermektedir.
Tanısal
laparoskopilerin
kademeli
olarak
terk
edilmesi,
cerrahinin
endometriozis
ve
endometriomalar
dahil
IVF
tedavilerinin
başarısını
arttırmadığını
göstermiştir.
Aksine,
sonuçlar
cerrahinin
yumurtalık
rezervini
azaltması
nedeniyle
,endometriozisden
daha
fazla
zarara
sebep
olduğunu
göstermektedir.
Üstelik,
yapılan
gözlemlerin
aksine
yumurtalık
uyarımı
ve
aşılama,
endometriozisi
kötüleştirmez
ve
semptomlar
üzerinde
hiçbir
etkisi
yoktur.
Yaygın
olarak
IVF
öncesi
ameliyatsız
görüşe,
yalnızca
kolorektal
endometriozis
vakalarında
farklı
kararlar
alınabilir.
Endometriozis
ile
ilişkili
infertilite
durumunda
bir
diğer
ameliyat
endikasyonu
ise
ameliyattan
sonraki
12-18
ay
içinde
doğal
olarak
gebe
kalma
şansını
arttırmak
içindir.
Vercellini
ve
ark
pelvik
endometriozis
cerrahisinin
ameliyattan
sonraki
18
ayda
doğal
yolla
gebe
kalma
şansını
yaklaşık
%50
artırdığını
bildirmişlerdir.
Bu
veriler
daha sonra da başkaları tarafından da doğrulanmıştır.
Endometriozis
ile
ilişkili
infertilite
için
cerrahiyi
düşünmeden
önce,
doğal
gebeliğin
mümkün
olduğunun
(normal
sperm
ve
açık
tüpler)
ve
doğal
olarak
gebe
kalmaya
çalışmak
için
12-18
aylık
bir
süre
ve
yeterli
over
rezervinin
İnfertilite Çalışması: Endometriozis Tanımlama
Paul Pirtea, M.D.,a,b Nicolas Vulliemoz, M.D.,c Dominique de Ziegler, M.D.,a and Jean Marc Ayoubi, M.D., Ph.D.a
Fertil Steril 2022;118:29–33. 2022, American Society for Reproductive Medicine.)
Özetleyen: Dr. Öznur Dündar Akın
mevcut
olduğunun
doğrulanması
gerekir.
Pratik
olarak,
ameliyat
öncelikle
20'li
yaşlarındaki
kadınlarda
öngörülür.
Önemli
bir
yeni
parametre,
cerrahiden
olası
yararın
prosedür
sırasında
değil,
preoperatif
olarak
belirlenmesi gerektiğidir.
Tanısal
laparoskopilerin
kademeli
olarak
terk
edilmesinin
2
pratik
sonucu
olmuştur.
İlk
olarak,
son
veriler
10
yıllık
bir
çalışma
aralığında
kısırlığı
olan
kadınlarda
endometriozis
prevalansının
azaldığını
bildirmiştir.
Bu,
400.059
YÜT
döngüsünden
oluşan
Yardımcı
Üreme
Teknolojisi
Derneği
veri
tabanı
kullanılarak
yürütülen
bir
kohort
çalışmasında
yalnızca
%11
gibi
oldukça
düşük
endometriozis
insidansı
bildiren
çalışmanın
verileriyle
de
uyumludur.
İkincisi,
tanısal
laparoskopilerin
ortadan
kalkması,
endometriozis
tanısı
için
bir
boşluk
yaratmıştır.
Bu,
artık
over
ve
derin
infiltran
endometriozisi
teşhis
etmek
için
ultrason
veya
manyetik
rezonans
görüntüleme
(MRI)
kullanan
görüntüleme
tabanlı
yaklaşımlarla
kısmen
doldurulmaktadır.
Ne
yazık
ki,
görüntülemeye
dayalı
yaklaşımlar yüzeyel endometriozisin teşhisinde yetersizdir.
Endometriozis
teşhisi
için
ultrason
kullanımına
ilişkin
dönüm
noktası
niteliğindeki
bir
yayın,
haritalama
tekniği
olarak
tanımlanan
bir
yaklaşım
olan
endometriozisin
gelişmesi
muhtemel
tüm
alanların
sistematik
analizinin
rolünü
vurgulamıştır.
Bu
sonuçlar
daha
sonra
laparoskopilerde
elde
edilen
ve
daha
sonra
tekrar
bulunan
bulgularla
karşılaştırılmıştır.
Benzer
bir
haritalama
tekniği
kullanan
manyetik
rezonans
görüntüleme
de
aynı
şekilde
endometriozis
ve
adenomiyozisin
kesin
olarak
karakterize
edilmesini
ve
teşhis
edilmesini
sağlamıştır.
Son
zamanlarda,
bağırsak
hazırlığı
ile
birlikte
transvajinal
ultrasonun,
yüzeyel
endometriozisi
tanımlayamaması
dışında,
tanısal
laparoskopiye
eşdeğer
olduğu
sonucuna
varılmıştır.
Yüzeyel
endometriozis
gerçekten de görüntüleme ile tanıdan kaçabilmektedir.
Gelecekte,
bir
mikroribonükleik
asitler
paneline
dayanan
gerçekten
invaziv
olmayan
endometriozis
teşhisleri,
endometriozisden
etkilenen
kadınları
ayırmaya
hizmet
edebilir.
Endometriozisin
diğer
non-invaziv
biyobelirteçlerinde
olduğu
gibi,
bu
veriler
de
şimdilik
araştırma
aşamasındadır.
Aşağıda
tartışıldığı
gibi,
endometriozisin
eksik
bildirilmesini
ve
YÜT
yapılırken
uygun
yaklaşımların
uygulanmamasını
önlemek
için,
klinik
olarak
endometriozisden
şüphelenildiğinde
teşhis
için
uygun
görüntülemeye
dayalı
yaklaşımlar
uygulanmalıdır.
ENDOMETRİYOZİS DURUMUNDA OOSİT KALİTESİ
Klasik
görüş,
endometriozis
oosit
kalitesini
ve
dolayısıyla
YÜT
sonucunu
değiştirmekten
sorumlu
olarak
tasvir
etmiştir.
Endometriozisin
gonadotropine
yumurtalık
yanıtını
etkileyebileceğinin
farkına
vardığımızda,
muhakememiz
artık
daha
narin
olmaktadır.
Bu
etki,
gerçek
implantasyon
oranlarını
etkilemese
de,
endometriomaların varlığında bile nihai kümülatif gebelik oranını düşürmesi muhtemeldir.
Endometriozisin
oosit
kalitesini
değiştirdiğini
gösteren
gerçek
detayların
tümü
dolaylıdır.
Bunlar
ya
granüloza
hücresi,
ya
foliküler
sıvı
belirteçlerine
ya
da
in
vivo
fertilizasyona
dayalı
bir
hayvan
modeli
kullanılarak
elde
edilmiştir.
İn
vivo
türetilmiş
koşullarda
değiştirilmiş
oosit
kalitesine
ilişkin
bu
görüşlerin
aksine,
artık
ART'nin
oosit
ile
pelvik
boşluğun
toksik
ortamı
arasındaki
teması
koruyarak
değişmemiş
kalitede
oositler
sağladığına
dair
kanıtlar
vardır.
Gerçekten
de,
ART
ile
elde
edilen
oositler,
aynı
yaştaki
kontrollerle
benzer
öploidi
ve
implantasyon oranlarına sahip embriyolara dönüşürler.
Bu
nedenle
günümüzde,
endometriozis
ile
ilişkili
infertilite
durumunda
oosit
kalitesi
söz
konusu
olduğunda
bir
ikilemle
karşı
karşıyayız.
Bir
tarafta,
in
vivo
yumurtlanan
ve
bu
nedenle
geçici
olarak
bile
pelvik
boşluğun
toksik
özelliklerine
maruz
kalan
oositlerin
kalitesi
değişmiştir,
YÜT
ile
elde
edilenler
ise
fonksiyonel
olarak
normaldir.
Bu
ikilik,
endometriozisli
kadınlarda
karşılaşılan
düşük
doğal
gebe
kalma
şansını
açıklarken,
son
YÜT
çalışmaları implantasyon ve canlı doğum oranlarının çoğunlukla normal olduğunu göstermiştir.
Endometriozis
ameliyatından
sonra
gözlenen
artan
gebelik
şansını
hesaba
katmak
için,
cerrahinin
endometrioziste
hüküm
süren
toksik
pelvik
ortamı
bir
süreliğine
de
olsa
azalttığı
varsayılmaktadır.
Aksine,
klinik
kanıtlar,
endometriozisin
medikal
tedavisinden
sonra
durumun
böyle
olmadığını
göstermektedir.
Gerçekten
de,
tümü
yumurtlamayı
bloke
eden
ve
bu
nedenle
kontraseptif
olan
endometriozisin
tıbbi
tedavileri,
semptomları
ve nüks riskini azaltır. Yine de, bu tedavilerin pelvik etkileri, ameliyatın aksine, kesildikten sonra doğurganlığın geri
gelmesi ile ilişkili değildir. Bu nedenle endometriozise bağlı infertilite tedavisinde medikal tedavinin yeri yoktur.
ENDOMETRİYOZİS DURUMUNDA ENDOMETRİAL RESEPTİVİTE
Uterusun
kendisinde
bulunan
ötopik
endometriyum,
endometriozis
durumunda
değişir;
bu,
embriyo
implantasyonuna
karşı
endometriyal
alıcılığı
etkilediğine
inanılan
bir
gerçektir.
Bu
değişiklikler,
bir
zamanlar
endometriozis durumunda ilişkili olduğu varsayılan azalmış embriyo implantasyon oranlarında suçlanmıştır.
Konuyla
ilgili
kapsamlı
bir
incelemede
Bulun
ve
ark.
ötopik
endometriyumun
çok
sayıda
hücresel
ve
moleküler
anormallikler
gösterdiğini
bildirmektedir.
Bunlar,
östrojen,
sitokinler,
prostaglandinler
ve
metalloproteinazların
artan
üretimini
destekleyen
onkojenik
yolakların
veya
biyosentetik
kaskadların
aktivasyonunu
içerir.
Bu
da,
in
vitro
çalışıldığı
gibi,
desidualize
edilmiş
hücrelerin
uygunsuz
bir
transformasyonuna
neden
olur.
Endometriyal
stromal
hücrelerde,
epigenetik
değişiklikler
sonucu
normal
endometriyuma
göre
östrojen
reseptör-b
seviyeleri
142
kat
daha
yüksek
ve
östrojen
reseptör-a
seviyeleri
dokuz
kat
daha
düşüktür.
Reseptör-b'nin
reseptör-a'ya
göre
ortaya
çıkan
anormal
derecede
yüksek
oranı,
progesteron
reseptör
geninin
normal
aktivasyonunu
etkiler.
Bu
da
endometriyozda
karşılaşılan
endometriyal
değişikliklerin
simgesi
olan
karakteristik
progesteron
direncine
neden
olur.
Ayrıca
sinir
dokusu,
endometriozisli
tüm
kadınlarda
ötopik
endometriyal
dokunun
fonksiyonel
tabakasında
immünohistokimyasal
olarak
tanımlanmıştır
ancak
hastalıksız
kadınların
ötopik
endometriyumunda
tanımlanmamıştır.
Ortaya
çıkan
ötopik
endometriyum
iltihabının,
aktive
edilmiş
endometrial
progenitör
hücreleri
retrograd
menstrüasyon
yoluyla
yayarak
hastalığın
kendisini
oluşturduğu
veya
sürdürdüğü
varsayılmıştır
(54).
Pratik
olarak,
ötopik
endometriyumdaki
değişikliklerin,
ART
dahil
olmak
üzere
embriyo
implantasyonuna
karşı
endometriyal
alıcılığı değiştirdiği iddia edilmiştir.
Hormon
tedavisi
ile
over
baskılanması,
endometriozisin
ötopik
endometriyum
üzerindeki
etkilerini,
özellikle
sinir
lifleri,
iltihaplanma
belirteçleri,
lokal
estradiol
üretimi
(E2)
ve
progesteron
direnci
üzerindeki
etkilerini
tersine
çeviriyor
gibi
görünmektedir.
Son
ART
verileri,
dondurulmuş
embriyo
transferlerinin
zamanlaması
için
kullanılan
E2
ve
progesteron
tedavilerinin
neden
olduğu
yumurtalık
baskılanmasının
benzer
bir
yararlı
etki
gösterdiğini
göstermektedir.
Nitekim,
Bishop
ve
ark.,
E2
ve
progesteron
hormon
replasman
siklusları
ile
zamanlanmış
öploid
blastosist
transferlerinin,
endometriozis
ve
aynı
yaştaki
kontrol
kadınlarında
benzer
implantasyon
oranlarına
sahip
olduğunu
bildirmiştir.
Bu
yaklaşım
-hepsini
dondur
ve
ertelenmiş
embriyo
transferi-
muhtemelen
ya
gonadotropin
salgılayan
hormon
agonisti
(GnRH-a)
ya
da
ART
döngülerinden
önce
doğum
kontrol
hapı
kullanarak
uzun
süreli
yumurtalık baskılanmasını öneren eski yaklaşımın yerini alacaktır.
İNFERTİLİTEDE ENDOMETRİYOZİS ÇALIŞMASI
İnfertilite
araştırmasının
başlangıcında,
geçirilmiş
cerrahi,
semptomlar
veya
pelvik
muayeneye
dayalı
olarak
şüphelenildiğinde
endometriozisin
var
olup
olmadığı
belirlenmelidir.
Klinik
şüphe
durumunda,
uygun
görüntüleme
tabanlı
araştırma
-ultrason
ve/veya
MRI-
yapılmalıdır.
Uzman
ellerde,
ultrason
ve
MRI,
yumurtalık
ve
derin
infiltre
endometriozisi
teşhis
etmede
eşdeğer
görünse
de,
MR
görüntüleri
operatörden
bağımsızdır
ve
farklı
bir
radyolog
tarafından
yeniden
değerlendirilebilir.
Yakın
tarihli
bir
sistematik
gözden
geçirme
ve
meta-analiz,
Şekil
1
'de
gösterildiği gibi, derin infiltre endometriozisin teşhisinde ultrason ve MRI'nin eşdeğer olduğu sonucuna varmıştır.
Endometriozis
teşhis
edilirse,
seçim,
doğal
gebe
kalma
şansını
artırmak
için
cerrahi
ve
ART
arasındadır.
ART
öncelikli
yaklaşımlar
günümüzde
genellikle
30'lu
yaşlardaki
kadınlarda
tercih
edilmektedir.
Aslında,
bu
kadınlarda,
ameliyattan
sonra
12-18
ay
boyunca
doğal
olarak
gebe
kalmayı
bekleyerek
yönetimi
ertelemek,
genel
gebelik
umutlarını
bozabilir.
Bu
aynı
zamanda,
yumurtlama,
erkek
faktörü
veya
tüp
sorunları
veya
çiftin
aciliyet
hissi
gibi
diğer
durumlar
infertiliteyi
arttırabilmektedir.
ART
seçilirse
-nedeni
ne
olursa
olsun-
ameliyat
gereksizdir
ve
genel
olarak, yeni bir ART öncesi ameliyat yok kuralı izlenerek kişi doğrudan ART'ye geçilir.
Endometriozis
tanısı
konulursa
(önceki
öykü
veya
klinik
şüphe
doğrulandığı
için)
ve
ART
seçilirse,
aşağıdaki
önlemler
önerilir.
Benzer
genel
etkinliğe
sahip
açık
yumurtalık
hiperstimülasyon
sendromu
riskinden
kaçınmak
için
bir
önlem
olarak
yalnızca
antagonist
yumurtalık
stimülasyon
protokollerinin
kullanılması
önerilir
(64).
Ovulasyonun
GnRH-a
ile
tetiklenmesi
de
tavsiye
edilir.
Ovaryan
hiperstimülasyon
sendromundan
kaçınmak
için
sadece
oosit
olgunlaşmasının
son
aşamasını
indüklemek
için
GnRH-a
kullanmak
tercih
edilmez,
aynı
zamanda
endometriyoz
durumunda
istenmeyen
kist
oluşumu
riskini
de
azaltır.
Daha
önce
GnRH-a
tedavisinde
gösterildiği
gibi,
donmuş
embriyo
transferlerinin
zamanlaması
için
kullanılan
hormon
replasman
döngüleri
tarafından
yumurtalık
baskılanması,
endometriozisin
ötopik
endometriyum
üzerindeki
etkilerini
baskıladığından,
farklı
embriyo
her
durumda
tercih
edilir.
E2
ve
progesteron
replasman
döngüsü
kullanılarak
tümünün
dondurulması
ve
ertelenmiş
embriyo
transferi,
bu
görüş
herkes
tarafından
paylaşılmasa
da,
taze
transfere
kıyasla
implantasyon
oranlarını
optimize eder.
SONUÇ
Sonuç
olarak,
infertil
kadınların
muayenesi
son
on
yılda,
özellikle
de
geçmiş
yıllarda
neredeyse
rutin
olarak
uygulanan
tanısal
laparoskopilerin
terk
edilmesiyle
büyük
ölçüde
değişti.
Günümüzde
ART
öncelikli
yaklaşımlar
en
çok
30'lu
yaşlardaki
kadınlarda
tercih
edilmektedir
ve
çok
sayıda
veri,
endometriomalar
da
dahil
olmak
üzere
endometriozis
durumunda
sonuçlarının
değişmediğini
göstermektedir.
Bu
vakalarda,
yönetilemeyen
pelvik
ağrı
ve/veya
hidrosalpinksler
olmadığı
sürece,
ART
öncesi
yeni
ameliyatsız-çoğunlukla
eğilimlidir.
Bununla
birlikte,
birkaç
durumda
-
20'li
yaşlarındaki
kadınlar
için
-
doğal
gebe
kalmaya
ayrılacak
zaman
(yaş
ve
yumurtalık
rezervi)
olması
koşuluyla,
doğal
olarak
gebe
kalma
şansını
artırmak
için
ameliyat
tercih
edilebilir.
İkinci
durumda,
sperm,
tüplerinin ve yumurtlama fonksiyonlarının normal olması gerekir.
Giriş
Endometriozis,
pelvik
ağrıya
neden
olabilen
yaygın
bir
hastalıktır
ve
hormonal
baskılayıcı
ilaçlar,
fertilite
koruyucu
cerrahi
veya
histerektomi
ile
tedavi
edilebilir.
Bir
veya
her
iki
overin
çıkarılması
da
tedaviye
eklenebilir.
Her
ne
kadar
ağrının
oluşum
mekanizması
kompleks
olsa
da
bazen
rekürrens
riski
ve
ağrıyı
azaltmak
için
ampirik
olarak
histerektomi
esnasında
overlerin
çıkarılması
uygulanmaktadır.
Ancak
özellikle
premenopozal
kadınlarda
overlerin
çıkarılması
kardiyovasküler
olay
ve
mortalite
riskini
artırmakta,
erken
menopoza
bağlı
semptomların
gelişmesine
sebep
olmaktadır.
Dolayısıyla
genç
hastalarda
overlerin
çıkarılması konusunda dikkatli olunmalıdır.
Bu
çalışmada,
birincil
sonuç
olarak
endometriozis
için
histerektomi
sonrası
reoperasyon
türleri
ile
oranları
ve
ikincil
sonuç
olarak
da
histerektomi
sonrası
ağrıyla
ilişkili
sağlık
hizmetleri
kullanımı
incelenmiştir.
Çalışma,
muhtemelen
sadece
histerektomi
olan
grupta
reoperasyon
oranlarının
daha
yüksek
olacağını,
bunun
ağrıda
istenilen
azalmanın
olmamasına
sekonder
overlerin
alınması
için
yeniden
ameliyat
sebebiyle
olabileceğini
ancak
ağrıyla
ilgili
diğer
sağlık
hizmetlerinin
kullanımının
gruplar
arasında
benzer
olacağını
varsaymıştır.
Ayrıca
her
iki
overin
de
alındığı
histerektomi
sonrası
hormon
baskılayıcı
ilaçların
ve
hormon
replasman
tedavisini (HRT) postoperatif kullanımını da irdelenmiştir.
Yöntem
Bu
çalışma,
2001
ve
2016
yılları
arasında
Kanada'nın
British
Columbia
(popülasyon
4.6
milyon)
eyaletinde
endometriozis
nedeniyle
histerektomi
uygulanan
tüm
hasta
popülasyonuna
dayalı,
retrospektif
bir
kohort
çalışmasıdır.
Olgular,
veritabanına
kaydedilen
endometriozis
teşhis
kodu
ile
tanımlanmıştır.
Jinekolojik
malignite öyküsü olan hastaları belirlemek ve dışlamak için Kanser Kayıt Defteri’ne erişilmiştir.
Çalışmaya,
1
Nisan
2001
ile
31
Aralık
2016
tarihleri
arasında
primer
endometriozis
endikasyonu
veya
kronik
pelvik
ağrı
ile
sekonder
endometriozis
endikasyonu
nedeniyle
histerektomi
uygulanan
tüm
hastalar
dahil
edilmiştir. Dolayısıyla tüm hastaların endometriozisi mevcuttur. Çalışma için dışlama kriterleri şunları içerir:
1
.
50 yaşından büyük veya 19 yaşından küçük hastalar
2
.
Jinekolojik malignite öyküsü olan hastalar
3
.
İndeks
cerrahiden
önceki
15
yıl
içinde
bilateral
salpingo-ooferektomi
(BSO),
bilateral
ooferektomi
(BO),
unilateral salpingo-ooferektomi (USO) veya unilateral ooferektomi (UO) geçirmiş hastalar
4
.
İndeks cerrahi yılı içinde sigorta programına kayıtlı olmayan hastalar.
Çalışma USO, UO, BSO ya da BO eklenen histerektomiler üzerine kurulmuştur. Hastalar üç gruba ayrılmıştır:
1
.
Tek
başına
histerektomi
veya
bilateral
salpinjektomi
ile
histerektomi
(indeks
cerrahiden
sonra
iki
intakt
overi olan hastalar)
2
.
USO veya UO ile histerektomi (indeks cerrahiden sonra bir overi intakt olan hastalar)
3
.
BSO veya BO ile histerektomi (indeks cerrahiden sonra overleri intakt olmayan hastalar)
Ooferektomi Durumuna Göre Endometriozis İçin Histerektomi Sonrası
Reoperasyon Ve Ağrı Ile İlgili Sonuçlar
Reoperation and Pain-related Outcomes After Hysterectomy for Endometriosis by Oophorectomy Status
Alicia J. Long, MD; Paramdeep Kaur, PhD; Alexandra Lukey, RN, MSN; Catherine Allaire, MD; Janice S. Kwon, MD, MPH; Aline
Talhouk, PhD; Paul J. Yong, MD, PhD; Gillian E. Hanley, PhD
Am J Obstet Gynecol 2023;228:57.e1-18.
Özetleyen: Dr. Fatih Aktöz
Çalışmanın
birincil
sonucu,
medyan
takibi
10
yıl
olan
çalışma
süresi
boyunca
yeniden
ameliyat
oranlarını
ve
türlerini
incelemektir.
Çalışmada
reoperasyon
prosedürleri
tanımlanmıştır
ve
bu
prosedürlerle
ilişkili
ICD
tanı
kodlarını
belirlenmiştir.
Overleri
korunmuş
olanların,
alınacak
overleri
olduğu
için
yeniden
ameliyat
olma
riskinin
artıp
artmadığını
araştırmak
için,
yeniden
ameliyat
olarak
ooferektomi
yapılan
hastalar,
herhangi
bir
yeniden
ameliyat
olan
tüm
hasta
kohortundan
hariç
tutularak
bir
duyarlılık
analizi
yapıldı.
Bunun
gerekçesi,
daha
önce
histerektomi
ve
BSO
geçirmiş,
kalıcı
ağrıları
olan
ancak
artık
overleri
olmadığı
için
reoperasyonun
reddedilmiş olabileceği hastaları da göz önünde bulundurarak yeniden ameliyat oranlarını karşılaştırmaktı.
İndeks
histerektomiden
taburcu
olduktan
sonra
rutin
postoperatif
takip
ziyaretlerini
ve
acil
cerrahi
komplikasyonları
dışlamak
için
3
aylık
bir
arınma
süresi
uygulandı.
Çalışmanın
histerektomiden
3-12
ay
ve
1-5
yıl
sonra
olmak
üzere
iki
farklı
zaman
diliminde
analiz
edilen
ikincil
sonuçları
vardır.
İkincil
sonuçlar
şunları
içermektedir:
1
.
Endometriozis veya pelvik ağrı için ilişkili bir teşhis koduyla doktor ziyaretleri (ICD-9-CM kodlarına göre)
2
.
Opioidler için doldurulan reçeteler ve kullanım süresi
3
.
Endometriozisi
tedavi
etmek
için
yaygın
olarak
kullanılan
hormonal
baskılayıcı
ilaçlar
için
doldurulmuş
reçeteler. Çalışmada ayrıca HRT için doldurulan reçetelerin sayısı da analiz edildi.
Sonuçlar
Toplam
4489
hastaya
histerektomi
uygulanmış
ve
bunların
2335'ine
(%52)
)
tek
başına
histerektomi,
808'ine
(%18)
USO
veya
UO
ile
histerektomi
ve
1346'sına
(%30)
BSO
veya
BO
ile
histerektomi
yapılmıştır
(Figur
1).
Çalışma
sadece
histerektomi
uygulananlara
kıyasla,
UO/USO
ve
BO/BSO
ile
histerektomi
uygulanan
hastaların
daha
yaşlı
olduğunu
(39.5
vs
40.3
[P<.001]
vs
42.2
[P<.001]),
açık
veya
abdominal
yaklaşım
kullanılarak
ameliyat
olma
olasılıklarının
daha
yüksek
olduğunu
(%51.1
vs
%76.9
[P<.0001]
vs
%81.1
[P<.001])
ve
daha
önce
endometriozis
için
bir
ameliyat
geçirme
olasılıklarının
daha
yüksek
olduğunu
(26.5%
vs
37.9%
[P<.0001]
vs
40.8%
[P<.0001])
göstermiştir
(Tablo
1).
İndeks
ameliyatların
çoğunluğu
2001-2005
(%43,4)
yılları
arasında
yapılırken,
bunu
2006-2010
(%28,1)
ve
2011-2016
(%28,6)
yılları
takip
etmiştir.
Takip
süresi üç grup arasında benzerdir.
Birincil sonuçlar
Tüm
hastaların
toplam
%89,5'i
takip
süresi
sonunda
herhangi
bir
reoperasyon
geçirmemiştir
(Tablo
2).
Tek
başına
histerektomi,
USO/UO
ile
histerektomi
ve
BSO/BO
ile
histerektomi
için
sırasıyla
%13,
%12.2
ve
%5.3
reoperasyon
oranları
saptanmıştır
(Tablo
2).
Tek
başına
histerektomi
geçirenlerin,
BSO
veya
BO
ile
histerektomi
yapılan
grupla
karşılaştırıldığında
en
az
bir
yeniden
ameliyat
geçirme
olasılığı
daha
yüksektir
(P<.0001)
ancak
USO
veya
UO
ile
histerektomi
geçirenlerden
daha
fazla
değildir
(P=.57).
En
az
bir
tekrar
operasyon
geçirenler
için
3
kohort
arasında
tekrar
operasyon
sayısında
istatistiksel
olarak
anlamlı
bir
fark
yoktur.
3
kohort
arasında
ilk
reoperasyona
kadar
geçen
süre
de
istatistiksel
olarak
anlamlı
farklılık
göstermemiştir
(Medyan
2,2
yıl;
IQR
1,2-4,8
yıl)
(Tablo
2).
Reoperasyonlar
içinde
en
yaygın
prosedürler
adezyoliz
(tek
başına
histerektomi
geçirenlerin
%5,1'i,
USO
veya
UO
ile
histerektomi
geçirenlerin
%4,6'sı
ve
BSO
veya
BO
ile
histerektomi
geçirenlerin
%2,5'i)
ve
ooferektomi
(sırasıyla
%4,7,
%6,9
ve
%1)
olarak
saptandı. Diğer prosedürlerin sıklığı düşüktür (<%2).
BSO
veya
BO
ile
histerektomi
yapılan
hastaların,
tek
başına
histerektomi
geçiren
hastalara
göre
yeniden
operasyon
geçirme
ihtimalinin
daha
düşük
olduğu
görülmüştür
(aHR,
0,42;
%95CI
0,32-0,55).
USO
veya
UO
ile
histerektomi
uygulanan
grup
ile
sadece
histerektomi
yapılan
grup
arasında
istatistiksel
olarak
anlamlı
bir
fark
yoktur
(aHR,
0.94;
%95
CI
0.74-1.19)
(Tablo
3).
Reoperasyonsuz
“hayatta
kalma”
oranları
tüm
gruplar
için
indeks cerrahiden 5, 10 ve 15 yıl sonra için yüksektir (>%85)
(Figür 2).
Yeniden
ameliyat
olarak
ooferektomi
yapılan
hastaları
dışlayan
duyarlılık
analizi,
en
az
bir
ooferektomi
dışı
ameliyat
geçiren
hastaların
sıklığının
tek
başına
histerektomi
grubunda
%6.3,
USO
veya
UO
ile
histerektomi
grubunda
%4.2
ve
BSO
veya
BO
ile
histerektomi
grubunda
%3.4
olduğunu
ortaya
koymuştur
(Ek
Tablo
4).
Tek
başına
histerektomi
grubunda
%3,1,
USO
veya
UO
ile
histerektomi
grubunda
%2,0
ve
BSO
veya
BO
ile
histerektomi
grubunda
%2,2
oranları
ile
adezyolizis
en
sık
görülen
reoperasyondur.
Tek
başına
histerektomi
grubuyla
karşılaştırıldığında
BSO
veya
BO
grubuyla
histerektomide
(aHR,
0,63;
%95
CI,
0,44-0,90)
ve
USO
veya
UO
grubuyla
histerektomide
(aHR,
0,665;
%95
CI,
0,44-1,00)
reoperasyon
riski
azalmış
olarak
saptanmıştır
(Tablo
3).
İndeks
cerrahiden
5,
10
ve
15
yıl
sonra
reoperasyonsuz
sağkalım
tüm
gruplar
için
yüksektir (>%90)
(Figür 2).
Sekonder sonuçlar
İndeks
cerrahiden
3
ile
12
ay
sonra,
tek
başına
histerektomi
grubunun
endometriozis
için
doktora
gitme
olasılığı
(%12.8),
BSO
veya
BO
ile
histerektomi
grubuna
(%16.4;
standart
fark,
0.1)
ve
USO
veya
UO
ile
histerektomi
grubuna
(%20,2;
standardize
fark,
0,2)
göre
daha
az
bulunmuştur
(Tablo
4).
İndeks
cerrahiden
1
ile
5
yıl
sonra,
tek
başına
histerektomi
grubu
ile
BSO
veya
BO
ile
histerektomi
grubu
arasında
doktor
ziyareti
sayısında
fark
yoktur
(sırasıyla
%25,9
ve
%25,6;
standartlaştırılmış
fark,
0,01).
Bununla
birlikte,
USO
veya
UO
ile
histerektomi
grubu,
tek
başına
histerektomi
grubuna
göre
daha
fazla
doktor
ziyareti
oranlarına
sahip
olmaya
devam etmiştir (sırasıyla %36,8'e karşı %25,9; standartlaştırılmış fark, 0,24).
İndeks
cerrahiden
3
ile
12
ay
sonra,
tek
başına
histerektomi,
USO
veya
UO
ile
histerektomi
veya
BSO
veya
BO
ile
histerektomi
uygulanan
hastaların
sırasıyla
%25,1,
%21,8
ve
%19,5'i
en
az
bir
opioid
reçetesi
almıştır
(BSO
veya
BO
grubu
ile
histerektomi
ve
tek
başına
histerektomi
grubu
arasındaki
karşılaştırma
için
0,13
standardize
fark).
1
ile
5
yılda
doldurulan
opioid
reçete
sayısı
da
gruplar
arasında
benzerdir.
En
az
bir
reçete
yazılanlar
arasında,
kullanım
süresi
tüm
kohortlarda
önemli
ölçüde
farklı
değildir
(Tablo
4).
Tüm
kohortlarda
indeks
cerrahiden
3
ile
12
ay
sonra
ve
1
ile
5
yıl
sonra
en
az
bir
reçete
ile
hormonal
baskılayıcı
ilaç
kullanımı
düşüktür
(%6
ve
daha
azı)
(Tablo
4).
USO
ile
histerektomi
grubunda
bu
hormonal
baskılayıcı
ilaçların
kullanımı
biraz
daha
yüksek
olsa
da
farklar
çok
küçüktür.
HRT
için,
BSO
ile
histerektomi
geçirenlerin
%60,6'sı
indeks
cerrahiden
sonraki
3
ile
12
ay
arasında
en
az
bir
reçete
ve
%58,8'i
indeks
cerrahiden
sonraki
1
ila
5
yıl
arasında
en
az
bir
reçete
almıştır.
19
ile
29
yaşları
arasında
BSO
ile
histerektomi
geçirenler,
40
ile
50
yaşları
arasındakilere
göre
ilk
ameliyattan
sonraki
3
ila
12
ay
arasında
en
az
bir
reçete
alma
konusunda
biraz
daha
fazla
kullanım
göstermiştir
(%71,4
vs
%57.7,)
ancak
ortalama
kullanım
süresi
(gün)
tüm
yaş
gruplarında
düşüktür
(Ek Tablo 5).
Tartışma
Bu
çalışma,
endometriozis
için
BSO
veya
BO
ile
histerektomi
uygulanan
bireylerin,
her
iki
overin
korunduğu
sadece
histerektomi
yapılanlara
göre
yeniden
ameliyat
olma
ihtimalinin
daha
düşük
olduğunu
göstermektedir.
Ancak
genel
reoperasyon
oranları
tüm
gruplar
için
düşük
bulunmuştur
(medyan
10
yıl
takip
sonunda
kohortun
%90'ında
reoperasyon
yapılmamıştır).
Reoperasyonların
çoğu
adezyolizis
ve
ooferektomi
içindir.
Çalışma,
ooferektomi
durumundan
bağımsız
olarak,
histerektomi
sonrası
doktor
ziyaretlerinin
ve
opioid
kullanımının
gruplar
arasında
benzer
olduğunu
bulmuştur.
Çalışma,
histerektomi
sonrası
hormonal
baskılayıcı
ilaçların
kullanımının
tüm
gruplarda
düşük
olduğunu
ve
BSO
ile
histerektomi
geçirenlerin
yalnızca
%60,6'sının
en
az
bir
HRT
reçetesi
aldığını
ve
toplam
HRT
kullanım
süresinin
düşük
olduğunu
göstermiştir.
Çalışma,
USO
veya
UO
ile
birlikte
histerektomi
yapılan
hastalarda
ağrıya
bağlı
sağlık
hizmeti
kullanımının
daha
yüksek
olduğunu
saptanmıştır.
Çalışamada
kodlama
hataları,
teşhis
ve
prosedür
kodlarının
kesinliği
ile
ilgili
zorluklar
gibi
veri
tabanı
araştırmasına
özgü
limitasyonlar
mevcuttur.
Ayrıca
doldurulmuş
reçeteli
ilaçlarla
ilgili
teşhise
erişim
mümkün
olmamıştır.
Örneğin,
doldurulan
opioid
reçetelerinin
altında
yatan
nedenin
endometriozis
olup
olmadığını
bilinmemektedir.
Kronik
pelvik
ağrısı
olan
hastaların
komorbid
ağrıları
da
olabilmektedir.
BSO
ile
histerektomi
sırasında
50
yaşın
altındaki
bireylerin
çoğunluğunun
ameliyat
sırasında
premenopozal
olduğunu
varsayılmıştır
(medyan
yaş,
42.2
yıl).
BSO
grubunda
zaten
menopoza
giren
bazı
bireyler
olsa
da,
bu
durum
analizler
üzerinde
muhtemelen
büyük
bir
etki
yaratmamıştır.
Çünkü
40
yaşından
önce
menopoz
genel
popülasyonun
sadece
%1'inde
ve
40
ile
45
yaş
arasında
menopoz
ise
genel
populasyonun
yaklaşık
%5'inde
görülür.
Çalışmadaki
diğer
bir
limitasyon,
endometriozisin
evresine
ilişkin
veri
eksikliğidir.
Evre,
ağrının
tekrarını
ve
reoperasyon riskini öngörebilir.
Sonuç
Bu
çalışmada
yeniden
ameliyat
oranları
tüm
gruplarda
düşük
saptanmıştır
ve
takip
süresinin
sonunda
(medyan,
10
yıl)
kohortun
neredeyse
%90'ında
reoperasyon
gerekmemiştir.
Tek
başına
histerektomi
grubuyla
karşılaştırıldığında
BSO
ile
histerektomi
grubunda
daha
düşük
reoperasyon
oranına
rağmen,
endometriozis,
pelvik
ağrı,
devam
eden
opioid
kullanımı
ve
hormonlarla
over
supresyonu
ihtiyacı
için
doktor
ziyaretlerinin
sayısı
gruplar
arasında
benzer
görülmüştür.
Bu
bulgular,
over
koruyucu
histerektominin
endometriozis
için
etkili
bir
cerrahi
tedavi
seçeneği
olduğunu
ve
endometriozis
için
histerektomi
sonrası
kalıcı
pelvik
ağrının
over
koruma
durumuna
göre
önemli
ölçüde
farklılık
göstermeyebileceğini
bildirmektedir.
Yukarıdaki
bulgular
göz
önüne
alındığında,
BSO
ile
histerektomiyi
takiben
HRT
kullanımının
yetersiz
olduğu
bulgusuna
ek
olarak,
endometriozis
için
histerektomi
sırasında
bir
BO
düşünülürken
dikkatli
olunması
gerektiği
sonucuna
varılmaktadır.
Tedavide
bireyselleştirilmiş
hasta
faktörleri,
hasta
hedefleri
ve
tercihleri
dikkate
alınmalıdır.
Gelecekteki
araştırmalar,
endometriozis
evresinin
ve
adneksiyal
hastalık
veya
derin
endometriozis
varlığının
sonuçlar
üzerindeki
etkisini
ele
almalıdır
çünkü
mevcut
çalışma
endometriozis
evresi
veya
fenotipi
hakkında
veri içermemektedir.
GİRİŞ
Endometriyal
karsinomun
standart
tedavisi
cerrahidir
ve
bilateral
salpingoooferektomi
ile
total
histerektomi
ve
gerekirse
lenf
nodu
diseksiyonunu
kapsar.
Avrupa
Jinekolojik
Onkoloji
Derneği
(ESGO),
Avrupa
Radyoterapi
ve
Onkoloji
Derneği
(ESTRO)
ve
Avrupa
Patoloji
Derneği'nin
(ESP)
yakın
tarihli
kanıta
dayalı
kılavuzları,
endometriyal
karsinomda
tanı
ve
tedaviyle
ilgili
konular
hakkında
multidisipliner
bir
yaklaşımla
kapsamlı
bilgi
sağlamaktadır.
Fertilite
koruma
tedavileri
ve
fertiliteyi
korumanın
yönetimi
ve
takibine
yönelik
çalışmaları
ele
alırken,
fertilite
koruyucu
tedavi
konusundaki
rehberliğin
daha
da
genişletilmesinin
uygun
olduğu
düşünüldü.
ESGO,
Avrupa
İnsan
Üreme
ve
Embriyoloji
Derneği
(ESHRE)
ve
Avrupa
Jinekolojik
Endoskopi
Derneği
(ESGE) arasında kanıta dayalı kılavuzlar geliştirmeyi amaçlayan bir ortak çalışma oluşturuldu.
Kılavuzların
kanıta
dayalı
olmasını
sağlamak
için,
2016'dan
beri
yayınlanan
ve
sistematik
bir
araştırmayla
belirlenen
literatür
gözden
geçirilmiş
ve
eleştirel
olarak
değerlendirilmiştir.
Herhangi
bir
bilimsel
kanıtın
yokluğunda
öneriler
profesyonel
deneyime
ve
fikir
birliğine
dayanmaktadır.
Kılavuzlar
bu
nedenle
mevcut
en
iyi
kanıtlara
ve
alanında
uzmanların
fikir
birliğine
dayanmaktadır.
Bu
makalede
kısa
başlıklar
altında
rehber
önerileri yazılacaktır.
HASTA SEÇİMİ
Endometriyal
karsinomda
fertilite
koruyucu
tedavi,
üreme
potansiyelinin
kapsamlı
bir
şekilde
değerlendirilmesine
dayalı
olarak
seçilen
hasta
grubu
için
bir
seçenektir.
Fertilite
koruyucu
tedaviler,
özellikle
erken
evre
olan,
metastatik
hastalığı
olmayan
kadınlarda
uygulanmalıdır.
Hasta
değerlendirmesinde,
üreme
potansiyelini
ve
ayrıca
uterusun
durumu
da
dahil
olmak
üzere
hastanın
başarılı
bir
hamilelik
geçirme
potansiyelini etkileyen risk faktörleri de dikkate alınmalıdır.
Genel öneriler
•
Hamilelik isteği olan genetik sendromlu hastalar özel danışmanlık almalıdır (V, A).
•
Gebelik
isteyen
tüm
hastalara
jinekolojik
onkologlar,
infertilite
uzmanları,
patologlar
ve
radyologlardan
oluşan multidisipliner bir ekiple ortak değerlendirme ve danışmanlık önerilmelidir (V, A).
Üreme Potansiyeli
•
Fertilite
koruyucu
tedaviden
önce
üreme
potansiyelinin
değerlendirilmesi
için
infertilite
uzmanlarına
konsülte edilmelidir (V, B).
Yaş Sınırları
•
Yaş
arttıkça
kendi
ovumları
ile
canlı
doğum
yapma
şanslarının
azaldığı
konusunda
danışmanlık
verilmelidir
(II, A).
Endometrium Kanserinde Fertilite Koruyucu Tedavi: Esgo/eshre/esge Kilavuzları
ESGO/ESHRE/ESGE Guidelines for the fertility-sparing treatment of patients with endometrial carcinoma
Rodolakis A, Scambia G, Planchamp F, Acien M, Di Spiezio Sardo A, Farrugia M, Grynberg M, Pakiz M, Pavlakis K, Vermeulen
N, Zannoni G, Zapardiel I, Macklon KLT. Int J Gynecol Cancer. 2023 Feb 6;33(2):208-222. doi: 10.1136/ijgc-2022-004047. PMID:
36746507.
Özetleyen: Dr. Burak Giray
Sağlık Durumu, Obezite
•
Endometriyal
karsinom
için
fertilite
koruyucu
tedaviyi
takiben,
aşırı
kilolu
ve
obez
kadınlarda
kilo
kaybı
veya
sağlıklı
bir
BMI’ın
sürdürülmesi,
gebelik
(doğal
veya
yardımcı
üreme
tekniklerinden
sonra)
ve
canlı
doğum
şansını
artırmak
için
önemlidir.
Bu
nedenle,
aşırı
kilolu
ve
obez
kadınlarda
kilo
verdirilmesi
veya
fertilite
koruyucu
tedaviden
sonra
sağlıklı
bir
BMI’ın
mümkün
olan
en
kısa
sürede
sürdürülmesi
şiddetle
tavsiye
edilir (II, A).
Lynch Sendromu
•
Eşlik eden olası başka kanser varlığı araştırılmalıdır (II, A).
•
Hastalar, diğer hastalara kıyasla daha yüksek nüks riski konusunda bilgilendirilmelidir (II, A).
•
Lynch sendromlu kadınlarda fertilite koruyucu tedavi, vaka bazında tartışılmalıdır (II, A).
TÜMÖRÜN KLİNİKOPATOLOJİK KARAKTERİ
Endometriyal
hiperplazi
ve
endometriyal
karsinomun
patolojik
tanısı,
tedavi
kararları
için
kritik
öneme
sahiptir;
bu
nedenle,
teşhis
hataları
hasta
sonuçlarını
güçlü
bir
şekilde
etkileyebilir.
Endometriyal
örnekleme,
özellikle
düşük/orta
dereceli
tümörlerde
(G1-G2),
erken
evre
endometrial
karsinomda,
son
cerrahi
örneğe
kıyasla
tümör
derecesini
tahmin
etmede
suboptimal
bir
doğruluğa
sahiptir.
Bu
nedenle,
endometrial
karsinomda
uterusun
korunmasıyla ilişkili riski en aza indirmek için ikinci bir uzman patoloğun görüşü önemlidir.
Deneyimli Bir Histopatolog Tarafından İlk Patolojinin İncelenmesi
•
Fertilite
koruyucu
tedavi
düşünülüyorsa,
deneyimli
bir
histopatolog
tarafından
ikinci
bir
görüş
istenmesi
önerilir (III, A).
•
G1, G2, G3 derecelendirme sistemi önerilir (III, A).
•
Teşhis amacıyla immünohistokimyanın (PTEN, ARID1A, vb.) kullanılması önerilmez (IV, D).
Tümör Diferansiyasyonu
•
Miyometrial
invazyonu
olmayan
ve
risk
faktörleri
olmayan
grade
1,
evre
IA
endometrioid
tip
endometrial
karsinomlu hastalarda fertilite koruyucu tedavi düşünülebilir (V, A).
•
Grade
2
endometrioid
endometriyal
karsinom
için
kanıtlar
sınırlıdır.
Bu
nedenle
fertilite
koruyucu
tedavi
vaka bazında tartışılmalıdır (IV, C).
Güvenilir Bir Histopatolojik Tanı Oluşturmak
•
Endometriyal
karsinom
tanısını
doğrulamak
için
körlemesine
biyopsi
yerine
histeroskopik
endometriyal
biyopsi tercih edilir (III, A).
Miyometriyal İnvazyon
•
Endometrial
karsinomlu
hastalarda
miyometriyal
invazyonun
ameliyat
öncesi
değerlendirmesi,
uzman
bir
radyolog
tarafından
MR
veya
transvajinal
ultrason
kullanılarak
yapılmalıdır.
Mümkün
olan
en
yüksek
doğruluğa ulaşmak için MR için standartlaştırılmış yüksek kaliteli protokoller kullanılmalıdır (III, A).
•
BT,
endometrial
karsinomlu
hastalarda
miyometriyal
invazyonun
ameliyat
öncesi
değerlendirilmesinde
kullanılmamalıdır (III, A).
Ekstra-uterin Hastalığın, Metastatik Hastalığın ve Senkron Tümörlerin Dışlanması
•
Pelvik
veya
paraaortik
lenf
düğümlerini
ve
uzak
metastazları
tespit
etmek
için
MRI
veya
BT
taraması
önerilir (II, B).
•
Adneksiyel tutulum pelvik MR veya transvajinal ultrason ile ekarte edilmelidir (II, B).
TEDAVİ
Endometriyal
karsinom
ve
onun
öncüsü
olan
endometrial
hiperplazi
için
fertilite
koruyucu
tedavinin
temeli,
geleneksel
olarak
aralıksız
progesteron
bazlı
tedavidir.
Bugüne
kadar,
endometriyal
hiperplazi
veya
grade
1
endometrioid
endometriyal
karsinomalı
kadınlarda
farklı
tedavi
türlerini
karşılaştıran
randomize
kontrollü
çalışma yoktur.
İlaç Seçimi
•
Histeroskopik
tümör
rezeksiyonu
ve
ardından
oral
progestinler
ve/veya
levonorgestrel-
rahim
içi
araçtan
oluşan
kombine
bir
yaklaşım,
diğer
tedavi
seçenekleriyle
karşılaştırıldığında
hem
tam
yanıt
oranı
hem
de
canlı doğum oranı açısından en etkili fertilite koruyucu tedavidir (II, B).
•
Gonadotropin salgılayan hormon analogları birinci basamak tedavi olarak kabul edilmemelidir (II, B).
Histeroskopik Rezeksiyonun Rolü
•
Rezeksiyon
materyalinde
erken
ve
fokal
miyometriyal
invazyondan
(1-2
mm)
şüpheleniliyorsa,
vaka
bazlı
fertilite
koruyucu
yaklaşım
tartışılabilir.
Bu
durumda,
tam
histeroskopik
lezyon
rezeksiyonu,
ardından
oral
progestinler
ve/veya
levonorgestrel-rahim
içi
araç,
fertilite
koruyucu
tedavi
olarak
önerilebilir
(IV,
C)
(Şekil
1).
Progestin Dozu
•
160–320
mg/gün
dozunda
oral
megestrol
asetat
veya
400–600
mg/gün
dozunda
medroksiprogesteron
asetat önerilir (III, B).
•
Tek
başına
veya
oral
progestinlerle
kombinasyon
halinde
52
mg
levonorgestrel-rahim
içi
araç
güvenli
ve
etkili bir yaklaşımdır (III, B).
Tedavi Süresi
•
Önerilen tedavi süresi 6-12 aydır ve bu süre içinde tam bir yanıt alınması beklenir (III, B).
•
Tam yanıt elde etmek için maksimum süre 15 ayı geçmemelidir (IV, C).
•
6
ayda
herhangi
bir
yanıt
alınamaması
durumunda,
yönetimin
duruma
göre
uyarlanması
için
multidisipliner
danışmanlık önerilir (IV, B).
Tedaviye Yanıt (Kısmi Yanıt, Tam Yanıt, Yanıtsız)
•
Hem
en
yüksek
tam
yanıt
oranını
hem
de
en
yüksek
canlı
doğum
oranını
elde
etmek
için
histeroskopik
rezeksiyonun ardından oral ve/veya rahim içi araç yoluyla progestinlerin uygulanması önerilir (II, B).
•
Fertilite koruyucu tedavi sırasında kilo kontrolü, yanıt şansını artırmak için şiddetle tavsiye edilir (II, A).
Hemen Gebe Kalmak İsteyen veya İstemeyen Hastalarda İdame Tedavisi ile Takip
•
Fertilite
koruyucu
tedavinin
başarısını
değerlendirmek
için
en
az
3
ay
arayla
tam
yanıt
gösteren
iki
ardışık
endometriyal biyopsi gereklidir (IV, C).
•
Gebelik planlanana kadar idame tedavisi ile takibin değerlendirilmesi için tam yanıt zorunludur (II, A).
•
Her 3 ayda bir pelvik muayene ve ultrason taraması önerilir (IV, B)
•
Endometriyal
histolojik
değerlendirme
görüntüleme
sonuçlarına
göre
histeroskopi
ile
3-6
ayda
bir
yapılmalıdır (IV, B) (Resim 1).
•
MR vaka bazında değerlendirilebilir (IV, C).
Gebelik
•
Endometriyal
hiperplazi
veya
endometriyal
karsinom
için
fertilite
koruyucu
tedavi
gören
kadınlar,
tam
yanıt
alınır alınmaz gebe kalmayı aktif olarak hedeflemeye teşvik edilmelidir (V, B).
•
Başarı
oranını
artırmak
ve
nüks
riskini
artırmadan
gebelik
aralığını
kısaltmak
için
yardımcı
üreme
teknolojisi
düşünülmelidir
(III,
B).
Bununla
birlikte,
üreme
potansiyeli
iyi
olan
kadınlarda
belirli
bir
süre
içinde
(6-9 ay) doğal yolla gebe kalma düşünülebilir (V, C).
•
Multidisipliner
bir
ekip
tarafından
yakın
izlem
sürdürülmeli
ve
doğumdan
sonra
ameliyatı
reddeden
ve
birinci
gebelikten
hemen
sonra
ikinci
gebeliğini
planlamayan
kadınlara
levonorgestrel-rahim
içi
araç
ile
idame tedavisi önerilmelidir (III, B).
Fertilite Koruyucu Tedavi Sonrası Nüks Oranı
•
Endometriyal
karsinom
için
fertilite
koruyucu
tedaviden
sonra
nüks
riski,
progestinler
ve
levonorgestrel-
rahim içi araç için eşit gibi görünmektedir (II, B).
Tamamlayıcı Cerrahi
•
Yanıt
vermeyen
hastalarda,
gebe
kalamama
durumunda,
nüks
veya
hastalık
ilerlemesi
durumlarında
hastalara cerrahi önerilir (II, A).
•
Fertiliteyi
koruma
isteği
güçlü
olan
hastalar
için,
vaka
bazında
ikinci
bir
konservatif
yaklaşım
düşünülebilir
(IV, B).
•
Doğum tamamlandıktan sonra histerektomi önerilir (II, A).
•
Overlerin alınması vaka bazında değerlendirilmelidir (III, B).
Şekil 1:
Fokal endometriyal karsinomun histeroskopik rezeksiyonunun şematik gösterimi.
Resim 1:
Levonorgestrel-rahim içi araç yerinde iken grasper ile histeroskopik endometriyal biyopsi.
ÖZEL DURUMLAR
Mevcut
az
sayıda
çalışma
ve
yetersiz
kanıta
rağmen,
erken
evre
G2
endometrioid
adenokarsinomu
(evre
IA
G2
endometrial
karsinomu)
ve
minimal
miyometriyal
invazyon
olan
(1-
2mm)
iyi
diferansiye
G1
endometrioid
adenokarsinomlu
kadınlarda
konservatif
tedavi
düşünülebilir.
Bu
bulguların
her
ikisi
de
geçmişte
konservatif
tedavi
için
dışlama
kriterleriydi.
Endometrial
histeroskopik
rezeksiyon
ve
ardından
oral/intrauterin
salınan
progestinler
veya
gonadotropin
salan
hormon
analoglarından
oluşan
kombine
tedavi,
bu
kadınlarda
uygulanabilmekte ve güvenli görünmektedir.
Pozitif
östrojen
reseptörü
ve
progesteron
reseptörü
durumu,
tip
I
endometriyal
karsinomalı
hastaların
çoğunda
daha
olumlu
bir
sonuçla
ilişkilidir.
Ancak,
bunların
prognostik
önemi
evrensel
olarak
kabul
edilmemiştir
ve
belirsizliğini korumaktadır.
Östrojen ve/veya Progesteron Reseptörlerinin Durumu
•
Östrojen
ve
progesteron
ekspresyonu,
konservatif
tedavide
yanıtın
öngörücüsü
gibi
görünmektedir
ve
hasta danışmanlığı için yararlı olabilir (III, C).
•
Östrojen
ve
progesteron
ekspresyonunun
olmaması
fertilite
koruyucu
tedavi
için
bir
kontrendikasyon
değildir (III, C).
Erken Başlangıçlı Endometriyal Karsinomun Moleküler Profili ve Tedaviye Yanıt ile Korelasyonu
•
Fertilite
korumak
isteyen,
grade
1,
düşük
evreli
endometriyal
karsinomalı
tüm
genç
hastalarda
moleküler
sınıflandırma (ProMisE) önerilmelidir (IV, B).
•
Lynch
sendromu
açısından
yüksek
risk
taşıyan
hastaları
belirlemek
için
mismatch
repair-deficient
(MMR-d)
tümörlerin belirlenebilmesi için immünohistokimyasal değerlendirme şarttır (III, A).
•
Lynch
sendromu
saptanırsa,
hastalara
ek
kanser
gelişme
riski
konusunda
uygun
danışmanlık
verilmelidir
(III, A).
•
p53abn fenotipli bir tümörde, MSH-H ve POLE mutasyonu testi düşünülmelidir (III, A).
•
Copy number high (p53abn) tümörleri olan kadınlarda konservatif tedavi uygun olmayacaktır (IV, D).